Bu Blogda Ara

25 Haziran 2016 Cumartesi

ULUSAL DÜZEYDE VERİMLİLİK


BÖLÜM II : ULUSAL DÜZEYDE VERİMLİLİK[1]


İlk bölümde geniş anlamıyla verimlilik konu başlığı altında, ulusal düzeyde verimlilikle ilgili tartışmalara da yer verilmiş, ancak bölüm genelinde verimliliğe işletme perspektifinden bakılmıştı. Bu bölümde, ulusal düzeyde verimlilikle ilgilenilecektir.

1.      ULUSAL DÜZEYDE VERİMLİLİK ÖLÇÜMÜ:

Ulusal düzeyde verimlilik değişimleri, ekonomideki çok sayıda dinamik faktörün –teknolojik gelişme, fiziksel ve beşeri sermaye birikimi, girişimcilik, kurumsal düzenlemeler, vb.- hem sonucu, hem de nedenidir. Verimlilik, ekonomideki birçok değişimden etkilenen ama aynı zamanda bu değişimlerin kaynağı da olabilen “sentez” bir değişkendir. Bu özelliği, genel sayılabilecek tanımların dışında verimliliğe ilişkin ortak tanım ve analiz geliştirmenin güçlüğünü oluşturur. Verimlilik, ekonominin uzun dönem performansındaki değişimin izlenebileceği temel değişkendir. Bu, verimlilik analizlerinin zorunlu olarak karşılaştırma yapılabilir bir temele sahip olmalarını ve bu amaca uygun endeks kullanmalarını gerektirir.

İşletmelere ilişkin verimlilik ölçümlerinde olduğu gibi, ulusal düzeyde verimlilik ölçümlerinde de, verimlilik endeksleri iki temel başlık altında toplanmaktadır: kısmi verimlilik endeksi ve toplam faktör verimliliği endeksi.

Kısmi verimlilik endeksleri üretim sürecinde kullanılan girdilerin ortalama verimliliklerindeki değişimi göstermekte olup, basitçe çıktı ile girdi büyüme oranları arasındaki fark olarak tanımlanabilir. Görüldüğü gibi bu tanım, işletme düzeyindeki marjinal verimlilik yöntemiyle de benzeşmektedir. Bu formülün sembollerle gösterimi, aşağıdaki gibidir:


Uygulamada, kısmi verimlilik ölçümlerinden en çok kullanılanlar, işgücü ve sermayeye ait ölçümler olmaktadır.

Üretim ve işgücü akım (flow) değişkenleri olmalarına karşın, sermaye stok değişkenidir. Akım değişkenleri zaman boyutlu olup, dönem içinde değişmesine karşın, stok değişkenleri belli bir an veya dönemde sabittir.

Kısmi verimlilik endeksleri girdilerin verimlilik düzeylerini ve değişimin yönünü ortaya koymakla birlikte, değişimin nedenleri hakkında bilgi vermezler. Başka bir deyişle, üretimin çok sayıda etken tarafından etkilenebilmesine karşın, kısmi verimlilik endeksleri iktisatta çok bilinen ve kullanılan “diğer koşulların aynı kalması” varsayımı altında yapılır. Kuşkusuz, bu varsayım gerçekçi değildir: Üretim sürecinde kullanılan girdilerin nicelik ve nitelikleri değiştiği gibi, girdiler dışında kalan diğer faktörlerin de –örneğin teknolojik gelişme, yeni organizasyon ve yönetim düzenlemeleri, vb.- üretim üzerinde etkili olmaktadır. Dahası; zaman içinde üretim sürecindeki girdiler arasında ikame olasılığı ortaya çıkabilmekte ve bu durumda bir girdinin verimliliğindeki artış, diğer girdinin kullanım miktarındaki artıştan kaynaklanabilmektedir. Örneğin; emek sermaye ile ikame edildiğinde, emek verimliliğindeki olası bir artış sermaye artışından kaynaklanmış olabilir. Bu durumda, verimlilik artışı girdilerde yapılan gerçek tasarrufu yansıtmaz; çünkü girdilerden birinden sağlanan tasarruf diğerinin daha fazla kullanımı ile giderilmiştir. Kısmi verimlilikle ilgili benzer sorunların mikro-verimlilik (işletme düzeyinde verimlilik) ölçümlerinde de yaşandığını söylemek mümkündür.

Kısmi verimliliğin bu olumsuz yönüne karşın toplam faktör verimliliği (TFV), üretim üzerinde etkili olan ve niceliksel hale getirilebilen tüm faktörlerin içerildiği bir analiz çerçevesi sağlayarak, verimlilik düzeyini ve değişim yönünü saptar ve ayıca değişimin nedenlerine ilişkin değerlendirme yapılmasına olanak sağlar.
Q: üretim, L: işgücü, K: sermaye,
w: ücret, r. Sermayenin getirisi (kâr)

Ağırlıklandırmada kullanılan fiyatlar (w ve r), belirli bir baz yıla ait olabileceği gibi, bir dönemin ortalamaları da olabilir. Analiz edilen dönem içerisinde ağırlıkların sabit tutulması, faktörlerin üretimdeki nispi paylarının değişmemesi; gelir dağılımının sabit kalması anlamına gelir. Uzun dönem söz konusu olduğunda bu varsayım gerçek dışı olup, dönemlerin bölüşüm özellikleri dikkate alınarak kullanılan ağırlıkların değiştirilmesi gerekir.

Ülkelerin verimliliğini ölçmede en yaygın kullanılan verimlilik ölçütü, gayri safi yurt içi hasılanın ya da gayri safi milli hasılanın çıktı toplamında yer aldığı göstergelerdir.

Ekonomi ve İşletmecilik Terimleri Sözlüğü’nde Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) ve Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) tanımları aşağıdaki şekilde yer almaktadır:

“GSMH, belli bir yılda ulusal üretim faktörleri tarafından üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatları ile toplam değeri, GSYİH ile yurt dışından sağlanan faktör gelirleri toplamına eşittir. GSYİH, ülke sınırları içinde yerli veya yabancı üretim faktörleri tarafından üretilen nihai mal ve hizmetlerin toplam değeri.”

Ulusal düzeyde gayri safi yurt içi hasılaya, kuramsal olarak tek tek yurt içinde çalışan işletmelerin katma değerlerini toplayarak ulaşmak mümkündür. Pratikte böyle bir hesaplama biçimi olmamakla beraber, bu hesaplama şekli, işletmelerin katma değer çıktısıyla ülkenin toplam çıktısı (gayri safi yurt içi hasıla) arasındaki ilişkiyi güzel bir şekilde sembolize etmekte ve aşağıdaki şekille ifade edilmektedir[2]



  “GSYİH değeri, bir ülkedeki tüm sektörlerin toplam çıktısını gösterir ve tüm ülkelerde benzer yöntemlerle hesaplandığından, tanım ve kapsamından kaynaklanan farklılıkların en az olduğu “çıktı” ölçütüdür. Bu nedenle en yaygın kullanılan çıktı ölçütüdür. Tıpkı işletmeler düzeyinde oluşturulan katma değerin paylaşıldığı gibi, ulusal düzeyde oluşan katma değerin, eşdeyişle GSYİH’nın paylaşımı da söz konusudur. Üretim sonucunda yaratılan gönenç (GSYİH),

-          pay sahiplerine ve yatırımcılara kâr olarak,

-          işgörenlere iş ve ücretler olarak,

-          tüketicilere kaliteli mal ve hizmetler olarak,

-          ülkeye vergi ve diğer gelirler olarak dağıtılır.

Her ülkenin kendi para birimi cinsinden GSYİH’yı tanımlaması, karşılaştırmaları güçleştirmektedir. Bu nedenle, ulusal para birimleri, resmi döviz kuruyla ABD Dolarına dönüştürülerek hesaplama yoluna gidilmektedir. Ancak bu kez de, döviz kurunun, tüm ülkelerde ürünlerin fiyat düzeyleri arasındaki farklılığı yansıtmaması bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Karşılaştırma Programı (ICP), dönüşüm faktörü olarak döviz kuru yerine Satın Alma Gücü Paritelerini (SGP) kullanmaktadır.”

Uluslararası düzeyde verimlilik karşılaştırmalarında en yaygın kullanılan göstergeler, “kişi başına GSYİH ve çalışan kişi başına GSYİH’dir (Kaynak listesi için bkz. Deniz Büyükkılıç, OECD Ülkelerinde Ekonomik Başarım ve Verimlilik Karşılaştırmaları, s:9). Japon verimlilik merkezi, “çalışan kişi başına GSYİH’yi “ulusal ekonomik verimlilik (national economic productivity)” ve kişi başına GSYİH’yi ise “ulusal ekonomik gönenç (national economik welfare)” olarak adlandırmaktadır. Başka bir anlatımla, ülkelerin ekonomik başarımını açıkladığı yaygın kabul gören bir değişken olarak GSYİH artışı, nüfus artışı ile ilişkilendirilmeli ve gerçek artışı belirlemek için bu iki artış arasındaki fark dikkate alınmalıdır. Nüfus artış hızının GSYİH’dan daha hızlı gerçekleştiği bir ülkede ekonomik gönencin iyileştirilmesinden söz edilemez.”

Toplam faktör verimliliği uluslararası karşılaştırma çabaları, sermaye girdisinin ölçümünde karşı karşıya kalınan büyük belirsizliklerden dolayı, sınırlı kalmıştır. Sermaye verimliliği oranının kullanılması bu girdilerin ölçülmesinde görülen fiyatlandırma, sermaye aşınımının saptanması, sermaye stokunun netleştirilmesi, kapsamı, vb. çok sayıda sorun nedeniyle pek güvenilir sonuçlar vermediğinden rağbet görmemektedir. Bu durumda en iyi yaklaşım, yalnızca işgücü verimliliği sonuçlarını vermek ve sermayeyi ise verimlilikteki değişmeleri irdelemek, açıklamak üzere başvurulan bir dışsal faktör olarak ele almaktır. Ayrıca, karşılaştırılabilirlik, yorumlama ve güvenilirlik konusunda en az sorun işgücü verilerinde olduğundan, en yaygın kullanılan ölçüt, işgücü verimliliği olagelmiştir.

İşgücüne ilişkin bir başka verimlilik ölçütü, GSYİH değerinin, çalışanlara ödenen ücretlerin toplamına oranı olan işgören ücret verimliliğidir. Bu oran, bir ülkenin incelenen sektöründe hesaplanmış ortalama ücretlerin bir para birimi başına, parasal birimlerle yaratılan gönenci betimleyen GSYİH değerini verir. İşgören ücret verimliliği, istihdam edilenlerin ücret farklılıklarını dikkate alarak hesaplanırsa, işgören fiyatları ile rekabet edebilirlik üzerine objektif bir değerlendirme sağlayabilir.

Etkenlik karşılaştırması yapılmak istendiğinde, işgücü girdisi olarak adam-yıl yerine adam-saat kullanmak daha anlamlı olmaktadır. Ancak gerek veri elde etmenin güçlüğü, gerekse elde edilen verinin gerçeğe yakınlığı ve karşılaştırılabilirliği konusundaki endişeler, işgücü girdisi olarak çalışan sayısının alınmasına neden olmaktadır.

Ulusal emek verimliliğini ölçmenin çok daha yararlı bir yolu da, işsizlik nedeniyle israf edilen emeği hesaplamaya sokmak için, çıktıyı çalışılabilir saatler toplamına bölmektir. (ILO)[3]

Bu karşılaştırmalarda (ulusal ekonomik verimlilik, ulusal ekonomik gönenç, işgören ücret verimliliği, vb.), farklı ekonomilerin kişi başına veya çalışan kişi başına katma değerin sadece ne derece farklı olduğu ortaya konur; nedenleri hakkında ayrı araştırmaların yapılması gerekmektedir. Bu farklılıklar, eğitim düzeyi, sermaye yoğunluğu, kapasite kullanım oranı, istihdam oranı, enerji kullanımı, ürünlere olan talep, işgücünün çıktıyı üretirkenki etkenliği, vb. ölçülebilir faktörlerden ve/veya makro politikalar ve dışa açıklık, yenilik, kalite, teknolojideki değişimler, sermaye donanımı, altyapı, yönetsel başarım, çalışma yaşamının kalitesi, vb. ölçülemeyen faktörlerden kaynaklanıyor olabilir.

Yukarıda tanımlanan ulusal verimlilik ölçütleri, işletme düzeyindeki ölçütlerde olduğu gibi, tek başına bir anlam ifade etmez. Bir ülkenin baz alınarak, diğer ülkelerin onunla karşılaştırmasının yapılması gerekmektedir. Bunun için kullanılan yöntemlere ve karşılaştırılabilirlik sorununa da yukarıda değinilmiştir. Bir başka kıyaslama ölçütü, ülkenin zaman içinde gösterdiği değişimlerin gözlenmesidir. Bu da, ülkenin kendisi için seçeceği bir yılı baz alarak değişimleri izlemesi anlamına gelir. Hem ülkelerarası karşılaştırmalar yapılıp, hem de zamana dayalı değişimler izlenmek isteniyorsa o zaman, belli bir ülkenin, belli bir dönemdeki verimlilik oranı baz alınarak karşılaştırmalar ona göre yapılmalıdır. Uluslararası karşılaştırmalar yapan kuruluşlar raporlarında, genelde ABD’yi baz ülke olarak seçerek diğer ülkelerin verimliliklerini buna göre ölçmektedirler. Verimliliğin yanında “ulusal gönenç”, “satın alma gücü paritesi”, “ulusal rekabet edebilirlik”, vb. ölçütler de ulusal ekonomik performansın değerlendirilmesinde dikkate alınmaktadır.

Ulusal gönencin ve verimliliğin yanında ülkenin sanayileşmişliği konusunda fikir sahibi olmak için, milli geliri oluşturan her bir sektörün milli gelir içindeki payının incelenmesi gerekmektedir. Ülkelerin sektör tanımlarını kendi ihtiyaçlarına göre belirlemesi, bu konuda da karşılaştırma yapmayı güçleştirmektedir. Ancak en azından, sanayi, madencilik, hizmet, tarım, vb. ana kollarda karşılaştırma yapılması mümkündür.

K. Kurosawa, M.R.Ramsay gibi verimlilik konusunda (teoride ve pratikte) uzmanlaşmış akademisyenlerin hem işletmeler düzeyinde, hem de ulusal düzeyde verimlilik ölçümüyle ilgili bütünsel yaklaşımları ayrıca incelenmeye değer görülmektedir.

2.      ULUSAL DÜZEYDE VERİMLİLİĞİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER

Ulusal düzeyde verimliliği etkileyen faktörler, ILO tarafından temel makro verimlilik faktörleri olarak adlandırılmakta ve aşağıdaki gibi sınıflandırılmaktadır:
1-      Yapısal düzenlemeler
a)      Ekonomik değişimler
b)      Demografik ve sosyal değişim
2-      Doğal kaynaklar
a)      İnsan gücü
b)      Arazi
c)      Enerji
d)     Hammaddeler
3-      Hükümet ve altyapı
1)      Yapısal Düzenlemeler: Yapısal değişimler, ulusal düzeyde verimliliği olduğu kadar, işletme düzeyinde verimliliği de etkileyen bir faktördür. Bazen de, verimlilikteki değişimler, yapının değiştirilmesi yönünde bir baskı oluşturur ve yapıyı değiştirir. Ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamanın bir yolu da, yapısal düzenlemeleri etkili ve doğru bir şekilde yapmaktır.
Bu değişimler veri alınarak hükümet politikalarının geliştirilmesinde, işletme planlamasında, sosyal ve ekonomik altyapının geliştirilmesinde girdi olarak kullanılır. Böylece, daha gerçekçi planlar yapmak mümkün olur. En önemli yapısal değişimler, ekonomik, demografik ve sosyal alanlardaki değişimlerdir.
a)      Ekonomik Değişimler: En önemli ekonomik değişimler,
-          İstihdam kalıplarında
-          Sermayenin bileşiminde
-          Teknolojide
-          Ölçekte
-          Rekabet edebilme olanakları alanında söz konusudur.
-          İstihdam kalıplarında değişimler: Tarihte, bu konuda iki tür değişim söz konusudur. İlki, istihdamda tarımdan imalat sektörüne kaymalar, ikincisi ise imalat endüstrilerinden hizmet endüstrilerine geçiştir. Birincisi, önemli ölçüde verimlilik artışına neden olmuştur. Gelişmiş ülkelerde bu geçiş süreci tamamlandığından, bu olgudan verimlilik artışı beklentisi kalmamıştır. Ancak gelişmekte olan ülkelerde, tarımdan imalat sektörüne nüfus kaymaları devam etmekte olduğundan bu durum, verimliliklerini artırmaya devam edecektir. İkincisi, imalat endüstrilerinden hizmet endüstrilerine geçiştir. Hizmet endüstrisi, toptan ve perakende ticaret, finansman, sigorta, emlak hizmetleri ile kişisel hizmetler, iş çevresine dönük hizmetler, vb.’ni kapsar. Japonya’da istihdam ve tüketim harcamalarının yarıdan çoğunu hizmet harcamaları, ABD’de tarım dışında çalışanların dörtte üçünü hizmet sektöründe çalışanlar oluşturmaktadır. Hizmet sektöründeki verimlilik artışı, genel verimlilik artışının gerisinde kaldığından, bu dalganın verimlilik üzerinde düşürücü etkisi olmuştur. Verimlilik düştüğünden, sermaye ve hammadde fiyatlarına kıyasla, emek fiyatları düşük tutulmuş, buna bağlı olarak sermaye ve enerji, teçhizattan emek gücü yatırımına kaydığından, diğer üretim faktörlerinin verimliliği, emek verimliliğinin sırtından artmıştır.
-          Sermaye bileşimindeki değişimler: Sermayenin bileşimindeki değişimler, nispi yoğunluğu, yaşı ve türü de verimliliği etkiler. Tasarruf ve yatırımlardaki artış, sermaye artışı ile sonuçlanır. İşçi başına ortalamanın üzerinde sermaye girdisi kullanımı, işçi başına çıktıyı her zaman artırmayabilir. Bazı imalat endüstrileri düşük sermaye yoğunluğuyla yüksek verimlilik oranları sağlamaktadırlar. Sermaye yoğunluğundaki artışa rağmen verimlilik düşüyorsa, bu durum, yönetimin yetersizliği sonucu oluşan atıl kapasiteye işaret eder.
-          Araştırma - geliştirme ve teknolojinin yapısal etkisi: Yeni yöntemler, teknikler, ürünler ve süreçlerin uygulanması hem verimliliği etkiler, hem de yapısal değişikliklere neden olur. Montaj hatlarının, bilgisayarların ve mikroişlemcilerin, modern iletişim araçlarının kullanımı buna örnek olarak verilebilir. Yabancı sermaye, genellikle, yeni teknolojilerin ithalinde önemli bir faktördür. Ayrıca teknolojik gelişme, yerinde uygulanmadığında, düşük istihdam yaratabilen, çevreyi tehdit edebilen ve yaşam kalitesinde bozulmalara yol açabilen bir sorun kaynağı haline gelebilir. Bu nedenle, ithal edilecek teknolojinin seçimi, uluslar için dikkat edilmesi gereken bir konudur. Gelişmekte olan ülkelerde, teknoloji transferinin yanında, yerli teknolojik yeterliliğin artırılmasına da özel önem verilmektedir.
-          Ölçek ekonomisi: Üretimin ölçeği, verimlilik ve endüstriyel yapıyla yakından ilgilidir. Küçük ve orta boy işletmeler, uzmanlaştıkları ve uzun dönemli üretim yaptıkları takdirde rekabet edebilir konuma gelebilir, sermaye verimliliklerini ve yaratıcılıklarını artırabilir, hatta büyük ölçekli sektörlere mühendislik ve teknoloji transferi yaparak makro verimliliğe ve endüstriyel yapının gelişimine katkıda bulunabilirler. Bu nedenle Hindistan, Endonezya, Filipinler, Tayland ve Japonya, bilinçli bir şekilde küçük işletmeleri teşvik etmektedirler.
-          Endüstrinin rekabet gücü: Bu faktör, hem ekonomiyi, hem de tek tek işletmeleri etkiler. Avrupa Yönetim Forumu, endüstriyel rekabet gücünü “girişimcilerin dış ya da iç pazardaki rakiplerine kıyasla, fiyat ve fiyat dışı nitelikleri daha cazip bir paket oluşturan mallarını tasarımlamak, üretmek ve pazarlayabilmek için, bugünkü ve gelecekteki yetenek ve fırsatları” olarak tanımlamaktadır. Dünya Rekabet Gücü Yıllığı’nda ise “rekabet edebilirlik”, bir ülkenin varlıklarını ve süreçlerini, çekiciliğini ve saldırganlığını, küresellik ve yakınlığını yöneterek ve bu ilişkileri ekonomik ve sosyal bir modelde birleştirerek, katma değer yaratma ve böylece ulusal gönenci artırma yeteneği olarak tanımlanmaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca üretim sisteminde meydana gelen değişimler, sanayide yeniden yapılanmalara yol açmış ve bunun sonucunda ülkeler, dünya iktisadi işbölümü içinde konumlarını bu değişimlere ayak uydurabilme derecelerine göre belirlemişlerdir. Örneğin: Fordist sistemde, rekabet gücü fiyat üzerine kurulu, verimlilik artışı ise maliyet düşürmeye dayalı idi. Bu nedenle, niteliksiz ama ucuz emekten yararlanan sanayileşmekte olan ülkeler rekabette avantajlı durumda idi. Fakat bu avantajlı durum, uzun sürmedi. Sonraki yıllarda üründe kalite ve yeniliğin ön plana çıkmasıyla, bu ülkelerin gerçekleştirdikleri üretim ve ihracat önemli ölçüde azalmıştır. Üründe kalite artışı ve yeniliğin gerçekleştirilmesi teknik elemandan yöneticilere kadar tüm çalışanların nitelikli ve eğitimli olmasına bağlıdır. Bu nedenle, insanların eğitimine zamanında yatırım yapmamış olan gelişmekte olan ülkeler açısından bu durum, önemli bir altyapı eksikliğidir. İkinci bir altyapı eksikliği, araştırma – geliştirme, teknoloji üretimi, teknik danışmanlık ve mikroelektronik ürünlerle yazılım üreten yerleşik kurumların bulunmayışı veya bulunanların da hizmetlerinin yetersiz kalışıdır. Bu nedenle, sürekli yenilenen bu teknolojilere yatırım yapmakta önemli sorunlarla karşılaşılmaktadır.
Rekabet gücünün artırılması için, ekonominin dinamizminin, endüstriyel yararlılığın, pazarın dinamizminin, mali dinamizmin, insan kaynaklarının, devletin düzenlemelerdeki rolünün, ülke hammadde kaynaklarının, taşıma ve iletişim altyapısının, dışa yönelme durumunun, ulusal araştırma ve geliştirme çabalarına verilen desteğin, yenilikçi yaklaşımın, sosyal-siyasal uzlaşma ve istikrarın, istenen düzeyde ve nitelikte olması için gerekenlerin yapılması gerekmektedir.
b)     Demografik ve Sosyal Değişim: Emek gücündeki yapısal değişimler, hem demografik, hem de sosyaldir. Savaştan sonra nüfusun hızla artması, emek gücüne katılan kadınların sayısındaki artış, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki işgücü ücretlerindeki farklılıklar, nüfustaki coğrafi kaymalar, vb. demografik faktörler arasında sayılabilir. Bu faktörler, işçilerin yalnız kendi ülkesindeki işçilerle değil, yurt dışından gelen işçilerle de rekabet etmesine yol açmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin ücretlerinin düşüklüğü, ürünlerinin toplam maliyetlerini rekabet edebilir düzeyde tutmalarına yol açarken, gelişmiş ülkeler de işgücü piyasasındaki rekabet nedeniyle ucuzlayan işçiliğe yatırım yapmayı teçhizata tercih etmekte, bu da verimlilik artışını yavaşlatmaktadır.
Emek gücü içinde kadının payının artması, erkeklerin ortalama gelirlerinin kadınlardan yüksek olması, kadın ve erkek işgücünün sahip olduğu eğitim, tam veya yarı zamanlı çalışma durumu, iş deneyimi süresi, ömrün uzaması, kültürel değerler ve davranışlar, vb. verimliliği etkileyen sosyal faktörler arasında sayılabilir. Sosyal faktörlerin hepsi, özellikle kültürel değerler ve davranışlar, yeni teknoloji ve ekonomik kalkınmayla değiştiğinden, incelenerek anlaşılmaları gerekmektedir. Kalkınmaya yönelmiş ülkeler, kalkınma politikalarını geliştirmek, eğitim ve yayın araçlarından yararlanarak sosyal değişimi kurumlaştırmak durumundadırlar.
2)      Doğal Kaynaklar: Bir ulusun en önemli doğal kaynakları olan insan, arazi, enerji ve hammaddelerini üretme, harekete geçirme ve kullanma yeteneği, verimlilik artışı sağlamada çok önemlidir ve bu nedenle göz ardı edilmemelidir.
a)      İnsangücü: İnsan, ülke kalkınmasında en önemli doğal kaynaktır. Bu nedenle, insanın becerisini, eğitim-öğretimini, davranışını, motivasyonunu ve gelişmesini artırıcı yatırımlara özel önem verilerek yönetim ve işgücünün kalitesi artırılmalıdır. İyi eğitim ve öğretim görmüş bir nüfusa sahip olan gelişmiş ülkelerde, sağlık ve boş zamanlara verilen önem, hastalıkların azalması, yaşam süresinin uzaması ve artan canlılıkla çok büyük tasarruf sağlanmış ve genel emek kalitesi, sağlık koşullarının iyileştirilmesiyle yükselmiştir.
b)     Arazi: Arazi, uygun yönetim, kalkınma ve ulusal politika gerektirir. En temel malzeme girdisi olan arazinin, endüstriyel genişleme ve yoğun tarım baskısından korunması gerekmektedir. İşçi başına veya hektar başına verimliliğin artırılması konusundaki baskılar toprak erozyonunun hızlanmasına, bunun üzerine daha az ürün veren toprağın daha çok kimyasal gübre kullanılarak mahsullerinin maliyetlerinin ve çevre kirliliği riskinin artmasına ve nihayetinde arazinin ürün veremez duruma gelmesine yol açacaktır. Ülkenin zaten sınırlı olan arazi kaynağının daha akılcı kullanılması için gerekli tedbirlerin alınması, makro verimliliğin ve uzun dönemli sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi açısından gereklidir.
c)      Enerji: Enerji arzı, sermaye/emek bileşimini etkileyerek verimliliği artırıp azaltabilir. Bu olgu, endüstriyel ve işletme yönetimince bilinmeli, anlaşılmalı ve dikkate alınmalıdır.
d)     Hammaddeler: Çeşitli madenlerden oluşan hammaddelerin verimliliği, zengin ve kolay elde edilebilecek durumdaki maden kaynakları tükendikçe çıkarılması daha güç (dolayısıyla daha yüksek maliyetli) ve daha düşük kalitedeki cevherlerin kullanılmaya başlanmasıyla düşmeye devam etmektedir.
Malzeme verimliliği düşük olan ürünlerin yenisini almaktansa, onarım, yeniden kullanma ve geri kazanım yoluna gidilmesi tercih edilmektedir.
3)      Hükümet ve Altyapı: Verimliliği etkileyen yapısal değişimlere neden olan hükümet politikaları, strateji ve programları; devlet dairelerindeki uygulamalar, yönetmelikler (fiyat kontrolü, gelir ve ücret politikaları gibi), taşıma ve iletişim, enerji, mali önlemler ve teşvikler (faiz oranları, tarifler ve vergiler) olarak sıralanabilir.


Derleyen: Gülnur Sönmez, 2002


[1] BÜYÜKKILIÇ,Deniz, 1994, 1998, 2000, KÖSE, Ahmet Haşim, 1992 ve PROKOPENKO, Joseph, 1992 ve OECD,1986.
[2] BÜYÜKKILIÇ, Deniz, “Verimlilik Ölçme ve İzleme Semineri Ders Notları”, Konya, 22-23 Haziran 2000
[3] PROKOPENKO, Joseph, a.g.e.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder