Bu Blogda Ara

24 Haziran 2016 Cuma

VERİMLİLİK VE PERFORMANS YÖNETİMİ



İşletmelerde verimliliğin artırılması çabaları sistemli ve bilinçli bir şekilde gerçekleştirilmelidir. Bunun için, örgütsel her konuda olduğu gibi bu konuda da, işletme yönetiminin başı çekmesi, yol göstericilik rolünü üstlenmesi ve işletme çalışanlarının çabalarını eşgüdümleyerek verimliliğe katkıda bulunması gerekmektedir. Verimliliğin artırılmasına yönelik sistemli çalışmalar bütünü, verimlilik yönetimi olarak adlandırılabilir. İşletme düzeyinde olabileceği gibi, ülke düzeyinde, hatta dünya düzeyinde de verimlilik yönetimi çabaları olabilir. Bu aşamada, işletme düzeyinde verimlilik yönetimiyle ilgilenilecektir. Ayrıca, işletmenin başarısını ölçen diğer faktörler de göz önüne alınarak, konu performans yönetimi bağlamında da ele alınacaktır. Verimlilik ve performans birbirinden ayrılmaz kavramlar olup, verimlilik de bir tür performans ölçütüdür.
İşletme düzeyinde verimlilik yönetimi tanımını ve bu konunun önemini, Singapur Verimlilik Merkezi tarafından 15-Aralık-1987’de yayınlanan “Productivity Management A Growing Corporate Emphasis”, (s:15)’te Carol Lam Khim Ngee şu şekilde açıklamış:
“Verimlilik yönetimi, genel yönetim sürecinin önemli bir parçasıdır. Bir sistemdeki çıktılarla girdiler arasındaki ilişkilere dayanan planlama, organize etme, önderlik (liderlik) yapma, kontrol etme ve eşgüdümleme faaliyetlerinin tümünü içerir.
Verimlilik, örgütsel performansı gösteren tek gösterge olmamakla beraber, hala önemli ve hayati bir unsur olma özelliğini korumaktadır, özellikle günümüzün artan rekabetçi pazarında. Verimlilik ölçümü ve gelişimine ilişkin amaçlar, hedefler ve programlar günümüz işletmelerinin günlük aktivitelerine ve yönetim sistemlerine entegre edilmelidir.
Verimliliğin kurumsallaştırılması uzun vadeli bir süreçtir. Aslında, bu bir organizasyonel değişim çabasıdır. Bu uzun vadeli süreçte merkezi bir rol üstlenmek, verimlilik yönetimi fonksiyonudur.”
25-28 Kasım 1988’de, Kanada’nın Quebec eyaletinde, Montreal kentinde yapılan 6. Dünya Verimlilik Kongresi’nde Randolph P. Kudar, verimlilik gelişiminin aşamalarını anlatan bildirisinde, her işletme yöneticisinin geçeceği 4 aşamayı şu şekilde tanımlıyor (Randolph’a göre, her işletme yöneticisi bu aşamalardan geçecektir; hiçbir aşama atlanmayacaktır ve her bir aşamanın süresi işletmeden işletmeye değişecektir.):
1)      Karışıklık Dönemi (Confusion Zone): Verimliliği sadece direkt işçiliğin etkilediğinin düşünüldüğü, yöneticinin hiçbir şekilde sorumluluk almadığı, son derece dar bir bakış açısına sahip olunan ilk aşama olup, bu aşamanın çabuk atlatılabilmesi, işletmeler açısından önemlidir.
2)      Farkına Varış Dönemi (Awareness Zone): Bu aşamada verimliliği etkileyen tek girdi faktörünün işgücü olmadığı, istenilen çıktıyı elde etmek için birçok girdi karışımı kullanıldığından, verimliliği işçilik dışındaki diğer girdilerin de etkilediği gerçeğinin görüldüğü aşamadır. Böylece yönetim, yalnızca işgücünü daha fazla çalıştırmakla kalmaz, verimliliğin artırılması için gerekli önlemleri alma sorumluluğunu da üzerinde hisseder.
3)      Ölçüm Dönemi (The Measurement Zone): 2. aşamada bakış açısı genişleyen yönetici, toplam verimliliği nasıl ölçeceği, kısmi verimliliklerin toplam verimliliğe etkisini nasıl belirleyeceği, verimlilik-karlılık ilişkisini nasıl kuracağı vb. konularda daha fazla kafa yormaya başlar. İşletmede bu amaçlara hizmet eden bir ölçüm sistemi kurar. Bu ölçüm sisteminin gerektirdiği verilerin toplanmasını sağlar. Verimliliği artırmak amacıyla yapılan her faaliyetin verimlilik üzerindeki gerçek etkisini böylece gözlemlemeye başlar.
4)      Yönetim Dönemi (Management Zone): Yönetimin, uzun vadede sürekli verimlilik gelişimini hedeflediği son aşamadır. Verimlilik artırımının anahtar rolü üstlendiği bir şirket kültürü oluşturulur. Üretim dışındaki tüm alanlara da verimlilik yaklaşımı uygulanır (örneğin: pazarlama, AR-GE, üretim planlama, finansman, vb.).
Bir işletmenin yukarıdaki değişimlerden geçmesi için, çalışanların desteğini alması şarttır. İlk aşamada kalındığı sürece, bu desteğin alınması imkansız görünmektedir. İlk aşama atlatıldıktan sonra ise yöneticiler, kendi alışkanlıklarını değiştirmelerinin yanında, çalışanların alışkanlıklarını değiştirmelerine de yardımcı olmak durumundadır. Bu noktada, öğrenmenin değişik aşamalarından ve bu aşamaların verimlilik yönetimine uyarlanmasından söz etmek mümkündür. Bu konuda 1990’da Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da düzenlenen 7. Dünya Verimlilik Kongresi’nde Roald Nomme’un “3. Seviyede Verimlilik – Performans Gelişimi İçin Bütünleşik Süreçler” konulu sunumu yol gösterici niteliktedir. Bu sunumda, ünlü biyolog ve filozof olan Gregory Bateson’ın 1972’de yaptığı bir çalışmaya yer verilerek, öğrenmenin 3 seviyesi tanıtılmıştır. Buna göre 1. seviyede öğrenme, bir davranış kümesinin başka bir davranış kümesiyle yer değiştirmesi yoluyla sağlanan değişimdir. 2. seviyede öğrenme, belli bir davranışın verilen bir dizi davranış alternatiflerinden birinin seçilerek onunla değiştirilmesine dayanır veya bu belirgin davranış, bir başka çevresel koşula uyarlanarak değiştirilir. 3. seviyede öğrenme, bizzat öğrenme sürecindeki değişimdir. Kişi değiştireceği davranışın alternatiflerini kendisi ortaya koyar ve değişimi kendisi gerçekleştirir. Roald Nomme, verimlilik değişiminin her 3 seviyede nasıl gerçekleştirileceğiyle ilgili olarak öğrenmeyle ilgili bu bulguları verimlilik yönetimine şu şekilde uyarlamıştır.
“1. seviyede verimlilik değişimi, verimlilik gelişimi için tahmin edebileceğiniz en basit ve en dolaysız (direkt) yöntemlerdir. Bir çalışana yeni bir makine, yeni bir araç veya çalışma şeklini nasıl değiştireceğini gösteren yeni bir talimat verin. Bu tarz bir değişim genellikle çok etkilidir, çünkü doğrudan (direkt) yapılır ve daha az kaynak harcanır. Fakat bakış açısı dar bir yaklaşımdır ve bu tarz bir değişim fazla uzun sürmez.
2. seviyede verimlilik değişimi, bireyin farklı makineler, araçlar ve prosedürlerden birini seçmesine izin verilerek yapılır. Bu durum, çalışan bireye daha olumlu (pozitif) bir sahiplenme hissi verir.
3. seviyede verimlilik değişiminde yönetim, çalışana yetersizliğin (inefficiency: etkenliğin yetersizliği) nedenleri ve gelişimin potansiyel yolları hakkında bir içgörü verir. Buna ek olarak çalışandan yeni yöntemlerin geliştirilmesi sürecine katılması istenir. Çalışan, farklı uygun yöntemlerden birini seçer ve doğaldır ki bu yeni yöntemlerin uygulanmasında görev alır. Böylece yalnızca sahiplenme duygusunu kazanmaz, aynı zamanda daha iyi yöntemlerin ve yolların (methods & ways) sürekli araştırılması sürecine de katılmış olur.”
Çalışanlarda verimliliğe odaklı davranışların gelişmesi isteniyorsa, öncelikle onların desteği alınmalıdır. Rekabetçi bir ortamda, uzun vadede verimlilik artışı pazar payının artmasına neden olduğundan, büyüyen işletmenin artan işgücü ihtiyacı nedeniyle istihdam artar. Öncelikle çalışanlara bu durumun anlatılması gerekir. Ancak, kısa vadede verimlilik artışından kaynaklanan iş kaybı sorunu önemini korumaktadır. Bu sorunu çözmek yönetimin görevidir. Verimlilik artışından dolayı kimsenin işini kaybetmeyeceği konusunda yalnızca söz vermekle kalmayıp, işçi eğitimi, iş transferleri gibi konulara da yatırım yapılacağının da gösterilmesi gerekir. Yapılan bu yatırımlar, iş güvencesi engelini atlatmak için gereklidir ve uzun vadede elde edilecek kazançlar, mutlaka yatırımların bedelini karşılayacaktır[1].
Çalışanların katkısını kaybetmemek için, yukarıdaki başlangıç yatırımlarıyla yetinmeyip, bilgi, beceri ve katılımlarını artırıcı çabalara süreklilik kazandırmak gerekmektedir. Bu konu, “çalışma yaşamının kalitesi” olarak nitelendirilmektedir. Çalışma yaşamının kalitesini artırıcı önlemler arasında bilgi ve beceri eğitimi, ergonomi, motivasyon, işçi sağlığı ve iş güvenliği gibi konular bulunmaktadır. Amaç, çalışanın kendisini işine vereceği, mümkün olduğunca iş dışındaki konuları daha az düşüneceği (işten çıkarılacak mıyım, ailemi geçindirebilecek miyim, çocuğum hasta, ilgilenmem için izin alabilecek miyim, hastane masraflarını karşılayabilecek miyim, vb. kaygıların en aza indirilmesi), çalıştığı yeri ikinci bir aile olarak algılayacağı (yönetim getireceğim öneriyi beğenmezse beni işten çıkarır mı, ben veya çalışma arkadaşlarım bu önerinin getireceği verimlilik artışından dolayı benim yüzümden işlerinden çıkarılır mı, herkes güzel önerilerde bulunuyor, ben şimdiye kadar bir öneri geliştiremedim, acaba yönetim benim işe yaramadığımı düşünüyor olabilir mi, vb. soru ve kaygıları mümkün olduğunca hissetmeyeceği), fiziksel olarak rahat çalışabileceği (gürültü, ısı, nem, tezgahın veya masanın yüksekliği, çalışma saatlerinin uygunluğu, vb. fiziksel faktörlerin en uygun bileşiminin sağlanması) ve yaptığı işten dolayı takdir göreceği, iyi yapamadığında suçlanmadan nedenlerini ve çözümlerini karşılıklı işbirliği ve yardımlaşma ile arayıp bulabileceği bir çalışma ortamı yaratmaktır.
Verimlilik yönetimi, başlıca iki unsurdan oluşmaktadır. Bunlar[2] :
1)      Verimlilik artırma teknikleri: En uygun verimlilik artırma tekniklerinin ve faaliyetlerinin seçilmesi ve uygulanmasından oluşan aşamaları kapsar.
2)      Verimlilik ölçme ve değerlendirme sisteminin kurulması: Verimlilik ölçümü sürecinin amacı, uygulayanların karar vermelerini ve verimliliklerini daha iyi yönetmelerini sağlamak için çıktı ölçümleri ile girdi ölçümleri arasındaki ilişkileri geliştirmektir. Bir kez verimlilik ölçme sistemi yerleştirildi mi, sistem yürütülebilir (operationalized) ve standartlar üretilebilir. Standartlar, aşağıdaki yöntemlerden birini kullanarak tespit edilebilirler:
a)      Tahmin ve kişisel kanaat (Estimation and judgement)
b)      Mühendislik yaklaşımı (Engineered approach)
c)      Geçmişe dayalı veya firmalararası veriler (Historical or inter-firm data)
d)     Kuralcı (Normative) (kişilerden, verilen verimlilik indeksleri veya oranlarıyla ilgili standartlar belirlemesinin istenmesi)
Daha sonra, gerçekleşen performansla standartlar karşılaştırılarak sapmalar analiz edilir. Analiz sonucunda, önemli ölçüde sapmalar yoksa, takip kararı verilmeyebilir veya aşağıdaki yollardan biri seçilebilir:
a)      Uygunluğunu ve güvenilirliğini artırmak için verimlilik ölçümü sistemi üzerinde değişiklikler yapılabilir.
b)      Yönetim, verimlilik artırma faaliyetlerini planlamaya ve yürütmeye başlayabilir.
Bunlara ek olarak verimlilik ölçüm sistemi, yeni verimlilik artırma projeleri veya konularının temelini oluşturacak olan yeni sorun alanlarının tanımlanmasına yardımcı bir araçtır.
Geniş anlamıyla verimlilik konu başlığında da değinildiği gibi, işletmelerde verimlilik ölçümü gereklidir ama yeterli değildir, diğer performans ölçümlerini de değerlendirmek gerekmektedir. Aşağıda, bu performans ölçütlerinden bazılarıyla ilgili özet bilgiler yer almaktadır[3]:
Etkililik (Effectiveness): Etkililik ölçümleri en basit açıklama ile işletmelerin gerçekleştirmeyi amaçladıkları ile elde ettikleri arasında yapılan karşılaştırmadır. Bu ilişki,
eşitliği ile gösterilebilir.
Burada görüldüğü gibi etkililik, verimlilikte olduğu gibi fiziki bir çıktı/girdi ilişkisini açık ve doğrudan göstermemekte, girdinin çıktıya dönüşümünü kapsayan süreci irdelememektedir. Asal olarak, işletmenin amaçları ile etkinlikleri (faaliyetleri) sonucunda oluşturulan mal ve hizmetlerin bu amaçları gerçekleştirme düzeyinin nicel ve/veya nitel değerleri arasında bir karşılaştırma yapılmaktadır.
Amaçların ölçümünde,
-          çok amaçlı örgütlerde hangi amaçların seçileceği
-          amaçlar belirlenirken birim amaçlarının mı yoksa örgüt amaçlarının mı esas alınacağı
-          dış çevre ilişkileri göz önüne alınmadığı takdirde (kamuya katkı, vb.) ölçümlerin diğer teknik ve ekonomik göstergelerden fazla bir anlam taşımayacağı kuşkusu,
vb. sorunlarla karşılaşılmaktadır.
İşletme amaçlarının belirlenmesi genellikle üst yönetimin görevidir. Bu durumda etkililik göstergeleri, çalışanların dışında salt yönetim performansının bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. Oysa etkililik, toplam örgüt performansının çok anlamlı bir göstergesi de olabilir. Bunu sağlamanın yolu örgüt amaçlarını yöneticiler ve çalışanların, tüm işletme ve tüm birimler için ortak görüşleri içeren katılımcı bir yönetim anlayışı ile belirlemesidir.

Örgütleri açık sistemler olarak kabul eden örgütlerde etkililik iç ve dış çevrenin etkileşimi içinde ele alınmaktadır. Burada işletmenin gerçekleştirdikleri daha çok çevreye ve hizmetin sunulduğu kişilere göre değerlendirilmektedir. Özellikle kamu kuruluşlarının programları ile çevreye yaptıkları katkının değerlendirilmesi önemli bir etkililik göstergesi sayılmaktadır.
İşletmelerin bu tür değerlendirmeler için kullanabilecekleri etkililik göstergeleri ise sipariş terminlerine uyum, pazar payının dağılımı, müşteri doyumu, vb. göstergelerdir. Kısaca etkililik, amaca ulaşma derecesini gösteren bir performans ölçütüdür, amaca nasıl ulaşıldığıyla, başka bir deyişle kaynakların nasıl kullanıldığıyla ilgilenmez. Bunun için, aşağıda tanımı verilen etkenlik ve kapasite kullanım oranları ölçütlerine baş vurmak gerekmektedir.
Etkenlik (Efficiency): Lawlor’a göre, etkenlik, yararlı çıktıların üretilmesi için kullanılan işçilik, hammadde ve malzeme, dışarıdan sağlanan fayda ve hizmetler gibi kaynakların ne denli etken (efficiently) kullanıldığını anlatan bir kavramdır. Bu tanımdaki “yararlı” kavramı, sağlanan mal ve hizmetlerin gerçekten gereksinilen mal ve hizmetler olduğunu anlatmaktadır. Kaynakların etken kullanımı ile kastedilen şey ise şudur: Fiili değer, standart değer ile karşılaştırıldığında kaynak kullanımında gerçekleşen performans nedir? Etkenlik analizinde yanıt aranan soru budur.
Etkenlik oranına örnek olarak, bir işi yapmak için gereken standart işgücü saati ile fiili saatlerin karşılaştırılması gösterilebilir:
Etkenlik, bir girdi unsurunun fiili kullanım durumunun, belli tekniklerle saptanmış standartlarla kıyaslanması ile bulunmuş bir değerdir.
Yukarıda işgücü için verilen etkenlik oranı örneği, diğer girdiler için de hesaplanabilir. Örneğin: aynı oran, belli bir tezgahta yapılan iş için de bulunabilir. Tezgahın zaman içinde yıpranması sonucu etkenlik oranı düşmüş olabilir. Malzeme için, standart maliyet / fiili maliyet oranı, enerji için, belli bir işte kullanımı gerçekleşen enerji miktarı / o iş için kullanılan standart enerji miktarı gibi oranlar buna örnek olarak gösterilebilir.
Kapasite Kullanım Oranı: Daha çok işgücü ve sermaye girdisi için kullanılan bir orandır. Üretim sisteminin belli bir dönemdeki standart (kuramsal) kapasitesi ile gerçekleşen kapasitenin karşılaştırılmasıdır. Etkenlikten farkı, etkenlikte belli bir işin tamamlanma süresi baz alınırken, kapasite kullanım oranında belli bir çalışanın veya makinenin zarar görmeksizin ne kadar zaman çalışabileceği baz alınmaktadır. Kapasite kullanım oranı ölçüldüğünde, bir işte çalışma temposu önemli değildir, önemli olan çalışılan saatlerle, kurulu sistemin teorik kapasitesinin karşılaştırılmasıdır. Örneğin, yasalarla işçinin çalışma saati günde 8 saat olarak belirlenmiş, ayda 1 gün mazeret izni, yılda 20 iş günü yıllık izin hakkı verilmiş olsun. Buna bir de her hafta 5 gün çalışılabileceği, bütün bu limitler dışında kalan saatlerin fazla mesai olarak değerlendirildiğini düşünelim. Dolayısıyla bu verilerle çalışanın fazla mesaisiz 1 yıl içinde kaç saat çalışabileceği hesaplanabilir. Çalışanın standart kapasitesi budur. Alınan siparişler sonucunda çalışan, işlerini bu saatler içinde bitirmiş ve boş zamanı kalmışsa, gerçekleşen kapasite standart kapasitenin altında kalacaktır. Böylece, kapasite kullanım oranı 1’den küçük olacaktır. Aksine, işler tamamlanmamış ve fazla mesai yapılmışsa, kapasite kullanım oranı 1’den büyük olacaktır.


Kapasite kullanım oranı, bir işin ne kadar etken yapıldığıyla ilgilenmez, yalnızca ne kadar çok çalışıldığıyla ilgilenir. Bu nedenle, kapasite kullanımının yanında, etkenlik oranı da hesaplanmalıdır ki, örneğin fazla mesaili çalışıldıysa, buna değip değmediği anlaşılsın.
Etkenlik yüksek olup kapasite kullanım oranı düşük çıkarsa bu, işletmeye, -pazarın durumu da uygunsa- daha fazla ürün üretip satma imkanının olduğunu gösterir. Kalan zamanlar, çalışanlara eğitim verme fırsatı olarak da değerlendirilebilir.
Etkenlikle birlikte kapasite kullanım oranı, kaynakların israf edilip edilmediğini, boşa çalışılıp çalışılmadığını gösteren değerler olup, doğru kaynakların doğru işlere kanalize olması konusunda yöneticilere önlem alma fırsatı sunar.
Randıman (Verim): Randıman, makine ve teçhizatın teknik yeterliliğini gösteren bir değerdir. Örneğin, dakikada 100 vuruş yapan dokuma tezgahının teknik randımanı kuramsal olarak 100 vuruş x 60 dakika = 6000 atkı/saat olur.
Teknik randıman, planlama konusunda yeterli bir fikir vermez. Bunun edimsel işçilik çalışma oranıyla ve kalite oranıyla indirgenmesi gereklidir. Yukarıdaki örnekte kullanılan ipliğin kalitesine göre edimsel işçilik oranı 90/100 ve kalite oranı da 85/100 ise, gerçekleşen performans 6000 x 90/100 x 85/100 = 4590 atkı/saat olarak bulunur. Bu, vuruşların çalışan tarafından etkilenebildiği ve ipliğin kalitesi nedeniyle koptuğu durumlarda çalışanın müdahale edip tezgahı durdurduğu durumlarda geçerlidir. Bu tür aksamalar nedeniyle gerçekleşen randıman, teknik randımandan düşük olmaktadır. Bu tezgahın, bu kalitedeki iplikle çalışıldığında randımanı: 4590/6000=0,765’tir denebilir. (Aynı zamanda 90/100x85/100=0,765 olarak da hesaplanabilir.)
Bu oran, mühendisler ve değişik alanlardaki teknik elemanlarca anlamlı bir gösterge olarak kısıtlı alanlarda kullanılabilmektedir. Girdilerden elde edilen yararlı çıktı ilişkisi olarak açıklamak da mümkündür:
Bu eşitliğe göre oran 1’den büyük olamaz, oran 1’e yaklaştıkça verimlilik artar ve maliyetler düşer. Girdilerin kullanıldığı süreçte çeşitli nedenlerle oluşabilecek girdi kayıpları ne kadar çok azaltılabilirse randıman oranı da o kadar artacaktır.
Bu oranın 1’den büyük olamayacağı görüşü, bir süreç içinde teknik anlamda “kullanılandan fazlasının alınamayacağı” ilkesine dayanmaktadır. Çıktıyı oluşturan girdiler olduğuna göre, elde edilen çıktı, kullanılan girdi miktarlarından fazla olamaz, dolayısıyla çıktı/girdi oranı fiziksel olarak 1’i geçemez. Girdinin çıktıya dönüştürülmesi sırasında kayıpların oluşması da kaçınılmaz olduğuna göre oranın 1’e eşit olması kuramsal bir olgudur.
Randıman ölçümü sadece çıktı ve girdinin aynı birimlerle ifade edildiği ve çıktı bileşeninde tek tür ya da homojen girdilerin kullanımı gibi koşullar altında mümkündür; makine randımanı, pamuk randımanı, un randımanı, et randımanı gibi verim göstergeleri bu ölçümlere birer örnektir. Örneğin bir motorun teknik randımanı %95 ise, motorun aldığı enerjinin sadece %95’ini muharrik kuvvete çevirebildiği anlaşılır. Teknik verim oranını bu örnek çok açık olarak göstermektedir. (Lawlor, 1985; Norman and Bahiri, 1972)
Teknik randıman, kullanımı kısıtlı bir alanmış gibi görünmesine rağmen, daha randımanlı yeni teçhizatlarla ve eğitilmiş işgücüyle çalışıldığında bu durum, toplam verimlilik artışına olumlu şekilde yansıyacaktır. AR-GE çalışmalarının başlıca amacı, daha randımanlı çalışan tezgahlar üretmek, ya da ürünün işlenişindeki yöntemleri değiştirerek ürün üretiminde en randımanlı süreci bulmaktır. Hammaddenin randımanı da söz konusu olabilir. Kağıdın ve bazı plastiklerin geri dönüşümlü olarak kullanılabilmesini sağlayan teknik ve teknolojik süreçlerin bulunması, doğal kaynakların randımanı yönünde atılan önemli bir adım olarak örnek gösterilebilir.
ILO’ya göre randıman, “makine-teçhizatın üretim hızı”dır. Bu tanıma göre, örneğin: Bir makine saatte 70br. A ürünü işliyorsa, makinenin randımanı 70br. A / saat’tir. Aynı makine, B ürününden saatte 60br. işliyorsa, bu kez aynı makinenin randımanı 60br. B / saat olarak gösterilebilecektir. Ürünlere ait ortak özellikler varsa, örneğin, işlenen yüzey mm2 türünden ifade edilebiliyorsa, örneğin, makinenin randımanı, 42000 mm2 / saat olarak ifade edilebilir. Bu randıman örneğin kare şeklinde bir yüzeyin işlenmesi için geçerli olurken, yıldız şeklinde bir yüzey için farklı olabilir.
Randımanın kısıtlı kaldığı nokta, tek tek kaynakların verimiyle ilgilenmesidir. Bu nedenle, bir kaynağı daha randımanlı kullanmanın yolları aranırken, başka kaynakların randımanı bozulabilir ve bu durum da iş sisteminin genel anlamda verimliliğini bozabilir. Bu nedenle kaynaklar arasında bir öncelik belirlenmeli, bu öncelikli kaynakların randımanı artırılmaya çalışılırken de üzerinde odaklanan kaynağın yanı sıra diğer kaynakların da randımanındaki değişim gözlenmeli ve genel verimlilik oranlarında nasıl bir değişime yol açabileceği tahmin edilmelidir.
Ekonomiklik (İktisadilik): Ekonomiklik, satış hasılatı ile bu hasılatın oluşmasını sağlayan mal ve hizmetlerin maliyeti arasındaki ilişkidir. Genel olarak şöyle gösterilebilir:

Ekonomiklik, para birimi ile ifade edilen değerleri kapsamaktadır.
Satış hasılatında net satış hasılatının alınması, genel kabul görmüşse de, maliyetler olarak neyin alınacağı konusu net değildir. Bu hususta iki seçenek söz konusudur:
-          Maliyet olarak sınai maliyeti, eş deyişle satılan mallar maliyetini esas almak,
-          Maliyet olarak ticari maliyeti, eş deyişle toplam maliyeti esas almak.
Tartışmalı olmakla birlikte, paydada toplam maliyetin esas alınması, toplam faktör verimliliği kavramı açısından daha anlamlı görünmektedir. Çünkü bir işletmenin satış hasılatının oluşmasında etkisi olan pazarlamanın, genel yönetimin, araştırma – geliştirmenin bir girdi olarak göz ardı edilmemesi sağlanmış olacaktır.
Ekonomikliğin, verimlilik kavramı ile farkı, verimliliğin daha çok fiziksel, olmazsa standart fiyatlarla parasal hesaplanması istenirken, ekonomikliğin cari fiyatlarla hesaplanmasının istenmesidir.
Kârlılık (Profitability): Kârlılık, en geniş ve klasik anlamdaki tanımıyla belli bir dönemde elde edilen kârın, o dönemde işletmede kullanılan sermayeye oranıdır. Kârın öz sermaye tutarına bölünmesiyle bulunan orana mâli kârlılık oranı veya öz sermaye kârlılığı oranı denilmekteyken; kârın toplam sermayeye (veya varlıkların tutarına) bölünmesiyle bulunan orana toplam sermaye kârlılığı (veya ekonomik kârlılık, aktif kârlılığı, varlıkların getirisi oranı, vb.) denilmektedir.
Toplam aktif kârlılığı, varlık devir hızı ve sürüm kârlılığı bileşenlerinden oluşmaktadır:




 

 

Yukarıdaki oranın dışında daha pekçok kârlılık oranı vardır[4].
Kalite (Quality): İşletmeler için bir başka performans göstergesi grubu da kaliteye ilişkin olanlardır. Kalitenin tanımı, Toplam Kalite Yönetimi Sözlüğü’nde[5] şu şekilde yer almaktadır:
“Öznel bir terimdir. Kalite ile ilgili birçok tanım vardır. Bu tanımlardan bazıları aşağıda sunulmuştur:
-          Bir ürünün veya hizmetin belirlenen gereksinimleri karşılama yeteneğidir.
-          Her türlü hatadan uzak bir üründür.
-          Kalite kontrol uygulamak en ekonomik, en kullanışlı ve müşteriyi daima tatmin eden kaliteli ürünü geliştirmek, tasarımını yapmak, üretmek ve satış sonrası servislerini vermektir. (Dr. Kaoru Ishikawa)
-          Kalite, kusursuzluk arayışına sistemli bir yaklaşımdır. Kalite, kullanıma uygunluktur. (Dr. J. M. Juran)
-          Kalite, şartlara uygunluktur.  (P.B. Crosby)
-          Kalite, ürün veya hizmeti ekonomik bir yoldan üreten ve tüketici gereksinimlerine yanıt veren bir üretim sistemidir. (JIS-Japon Sanayi Standartları Komitesi)”
Yukarıdaki tanımlara ek olarak, dünya çapındaki kuruluş ve uzmanlar tarafından yapılan kalite tanımlarına şu şekilde yer verilmiştir[6]:
“Herkesin genel olarak uzlaşabileceği bir kalite tanımı yapılması neredeyse imkansızdır. Değişik kalite tanımlarının yapılması kalitenin çok boyutlu olmasından kaynaklanmaktadır. Aşağıda, dünya çapındaki kuruluş ve uzmanlar tarafından yapılmış olan kalite tanımları verilmiştir:
-          Kalite, bir ürün ya da hizmetin belirlenen ya da olabilecek ihtiyaçları karşılama yeterliğine dayanan özelliklerin toplamıdır (ISO 8402).
-          Kalite bir mal ya da hizmetin belirli bir gerekliliği karşılayabilme yeteneklerini ortaya koyan karakteristiklerin tümüdür (Amerikan Kalite Kontrol Derneği – ASQC).
-          Kalite bir mal ya da hizmetin tüketicinin isteklerine uygunluk derecesidir (Avrupa Kalite Organizasyonu – EOQ).
-          Kalite, bir ürünün gerekliliklere uygunluk derecesidir (P.B. Crosby).
-          Kalite, ürünün sevkıyattan sonra toplumda neden olduğu minimal zarardır (G. Taguchi).
Aynı kaynakta, kalitenin 8 boyutunun D. Garvin tarafından aşağıdaki gibi tanımlandığından söz edilmektedir:
1)      Performans: Üründe bulunan birincil özellikler.
2)      Diğer Unsurlar: Ürünün çekiciliğini sağlayan ikincil karakteristikler.
3)      Uygunluk: Spesifikasyon, standart ve belgelere uygunluk.
4)      Güvenilirlik: Ürünün kullanım ömrü içerisindeki performans özelliklerinin sürekliliği.
5)      Dayanıklılık: Ürünün kullanılabilirlik özelliği.
6)      Hizmet Görürlük: Ürüne ilişkin sorun ve şikayetlerin kolay çözülebilirliği.
7)      Estetik: Ürünün albenisi ve duyulara seslenebilme yeterliliği.
8)      İtibar: Ürünün ya da diğer üretim kalemlerinin geçmiş performansı.
Kaliteyi iyileştirmek isteyen bir yönetici, kalitenin aşağıdaki üç boyutunu göz önüne almalıdır (Gitlow, 1984):
1)      Tasarım / Yeniden Tasarım Kalitesi: Müşteri araştırmaları ve hizmet, satış ziyaretleri yoluyla müşteriyi tatmin edecek bir ürün/hizmet kavramının oluşturulması ve bu kavramı somutlaştırıcı ürün/hizmet spesifikasyonlarının hazırlanması süreçlerinin toplamından oluşur[7]. Bir ürün/hizmet için en uygun tasarım kalitesinin saptanması, kalitenin tüketici açısından değeri ile üreticiye olan maliyeti arasında optimum noktanın bulunması sürecidir[8].
2)      Uygunluk Kalitesi: Uygunluk kalitesi, bir firma ve tedarikçilerinin müşteri gereksinimlerini karşılamak için gerekli olan tasarım spesifikasyonlarını karşılayabilme ölçüsüdür [9]. Uygunluk kalitesinin ölçüsü bozuk ürün yüzdesi olabilir. Tasarlanan kalite spesifikasyonlarına uyan parça yüzdesi yükseldikçe (veya hatalı parça oranı azaldıkça) bozuk malların ortaya çıkardığı malzeme ve işçilik kayıpları ile tamir masrafları ve tüketici şikayetleri hızla azalır[10].
3)      Performans Kalitesi: Performans kalitesi, firmanın ürünlerinin ya da hizmetlerinin pazardaki performans düzeylerinin müşteri araştırmaları, satış/hizmet ziyaretleri analizleri ile belirlenmesidir. Bu belirleme çalışmaları satış sonrası hizmet, bakım, güvenilirlik ve lojistik destek analizi ile müşterilerin neden firmanın ürün/hizmetlerini satın almadıklarının araştırılmasını içerir. Bu araştırmalar sonucu elde edilen bilgi, tasarım kalitesi aşamasına ve uygunluk kalitesi aşamasına bildirilmelidir.
Kalitenin “etkililik”le yakından ilişkisi vardır. Şöyle ki; etkililik, amaçlara ulaşma derecesini gösteren bir ölçüttür. Kalite, müşterinin istediği özelliklere sahip ürünün, müşterinin ödemeye hazır olduğu fiyata üretilmesidir. Dolayısıyla işletmenin amaçlarından bir tanesi de kaliteli ürün üretmektir. Buna bağlı olarak “kaliteli ürün üretme amacına ne kadar ulaşıldığının ölçüsü” de bir tür etkililik göstergesidir. Ürünün müşteri beklentileriyle karşılaştırılması, bir takım nitel araştırmaların nicel verilere çevrilerek ölçülmesini gerektirir. Nitel verilerin nicel verilere çevrilerek ölçülmesiyle ilgili birçok yöntem, ilgili yazında yer almaktadır. Ayrıca, ürün başına düşen kusur sayısı, yeniden işlenen hatalı ürünlerin tüm ürünlere oranı, müşteriden gelen şikayetlerin satılan ürün sayısına oranı gibi istatistiksel ölçümler de kalite performansını göstermesi açısından yararlıdır.
Günümüz kalite anlayışı, hatalı ürünün üretilmesini önlemeye yönelik bir yaklaşımı savunur. Hatalı ürünün üretilmemesi, ürünü üreten süreçlerin gereği gibi yapılmasıyla mümkündür. Süreçlerin gereği gibi yapılması ise, müşteri isteğinin doğru tespit edilmesi, eğitimli işçinin çalışması, bakımlı makinelerle çalışılması, kalibrasyonların gereken sıklıkla yapılması, kaliteli hammadde ve malzemenin kullanılması, talimatların, spesifikasyonların doğruluğu, vb. sayılabilecek birçok faktöre bağlıdır. Bütün bu ve benzeri faktörleri standartlaştıran ISO 9000 kalite güvence serisi, kalitenin işletmenin her faaliyetine uygulanması felsefesine dayanmaktadır ve Japonların toplam kalite yönetimi felsefesine ulaşmada bir araç olarak batılılarca kullanılmaktadır. Bu belgede istenen kuruluş içi kalite tetkikleri sonuçları, kritik süreçlerin kontrol şemaları gibi göstergeler de, işletmenin kalite performansını gösteren araçlardır. Özellikle kuruluş içi kalite denetimleri sonuçlarını gösteren raporlar, kalite konusuna bütünsel bir anlayışla yaklaşan işletmeler açısından en faydalı göstergelerdir denebilir.
Toplam kalite anlayışı, yalnızca ölçüm almayı değil, aynı zamanda “süreci nasıl daha az aksaklıkla (mümkünse hiçbir aksaklık olmadan) işletebiliriz” gibi sorulara cevap ararken, sorunun asıl temeline inerek önlemler almayı gerektirir. Bunun için, çalışanların işletmeye has kurduğu sorun çözme ekipleri ve yöntemlerinden yararlanılır. Sorun çözme ekiplerinin etkinlikleri sonucunda elde edilen faydaların kapsamındaki ve sayısındaki değişimler de iyi bir performans ölçütü olarak alınabilir.
Çalışma Yaşamının Kalitesi (Quality of Working Life): Çalışma yaşamının kalitesi, örgüt çalışanlarının ücret, fiziksel çalışma koşulları, örgüt kültürü, liderlik, işbirliği ortamı, iletişim, bağımsızlık, bilgi ve beceri geliştirme, işle bütünleşme, tanınma-takdir ve planlama, sorun çözme, karar almaya katılım gibi çok çeşitli sistem olgularına karşı oluşan davranış biçimlerini ve düşüncelerini açıklayan bir kavramdır. Daha kısa bir deyişle çalışma yaşamının kalitesi ile, çalışanların çalışma yaşamının değişik yönlerine ilişkin düşünce ve davranışları anlatılmak istenir.
Çalışma yaşamının kalitesi düşüncesi, aslında işgörenin sadece emeği kiralanan bir robot değil, yönetimle ortak amaçları paylaşabilen, katılmalı yönetim tarzı ile sorunlara çözüm getirme, yönetimde karar alma süreçlerine aktif bir biçimde katılabilen insanlar olduğu esasına dayanır.
Walton, çalışma yaşamının kalitesinin geliştirilmesi ile ilgili faktörleri şöyle toparlamıştır:
-          Düzgün ve istikrarlı bir ücret ödeme sistemi: İşçilerin yeterli ve insanca yaşamaya olanak sağlayacak bir ücret almaları, eşit işe eşit ücret, vb.
-          İş güvenliği ve işçi sağlığı: İş yeri ortamında iş güvenliği ve işçi sağlığını tehdit eden her türlü unsuru (tozdan gürültüye, gürültüden kazaya uğrama olasılığı olan çalışma sistematiğine dek) önleyen ve tedavi eden olanakların sağlanması, vb.
-          İşçilerin kendilerini geliştirebilmelerine olanak sağlanması.
-          Kıdem ve yeteneğe göre yükselebilme olanaklarının mevcut bulunması
-          Toplumsal birleşme: Gerek iş yeri içinde gerekse işyeri dışındaki sistemler ya da örgütlerle (sendikalar, partiler, vb.) ilişki sistematiğine ilişkin olanakların mevcut bulunması.
-          Kurumsallaşma: Teşebbüsün kurumsallaşması, işçilerin haklarını savunabilecekleri araçlara sahip olmaları, ayırt edilme ve ödüllendirilme gibi olanaklara sahip olmaları, vb. açılardan önemlidir.
-          Çalışma süresi: Bir işçinin günlük (giderek haftalık) çalışma süresi, onun toplam yaşama süresi içinde kendisine ve ailesine zaman ayırabileceği düzeyde olmalıdır.
-          Toplumsal sorumluluk: Teşebbüs, ürünüyle, pazarlamasıyla, işgören istihdam politika ve pratiğiyle, iş ahlâkına uyumuyla, vs. toplumsal sorumluluk duyan bir tüzel kişiliğe sahip olduğunu göstermelidir.
Bu konuda Lupton da aşağı yukarı aynı unsurları saymakla birlikte, işçilerin kendilerini ve işlerini etkileyen kararların alımına katılmaları gerektiğini de vurgulamaktadır. Bu konu işçilerin yönetime katılması başlığıyla, ilgili yazında bolca ele alınmıştır.
Çalışma yaşamının kalitesinin (ÇYK) işletmenin bir performans değerlendirme göstergesi olarak nasıl ifade edilebileceği konusunda şunları söylemek mümkündür:
-          İşyerinde insancıl bir çalışma ortamının fiziksel unsurları, başka bir deyişle ergonomik boyutlarıyla ilgili olarak yeterli ya da yetersiz, iyi-orta-kötü gibi nitel değerlendirmeler yapılabilir. Ancak bu nitel değerlendirmeler, ilgili yazında ya da mevzuatta verilen standartlara dayandırılarak nicelikselleştirilebilir. Örneğin aydınlatma, işletme içi tozluluk, gürültü, vb. düzeyi, doğaya atılan su ve hava kirlilik unsurlarının düzeyleri, haftalık çalışma saati, vb. konularda bu tür standartlardan söz etmek olanaklıdır.
-          İşyerindeki çalışma ortamının psikolojik, psiko-sosyolojik boyutları açısından sosyometrik ve psikometrik (stres puanı, vb.) birtakım niceliksel ölçümlemelerden yararlanılabilir. Ancak yine de genelde niteliksel değerlendirmeler daha yaygın kullanılmaktadır. Sözgelimi yönetime katılma uygulamalarının mevcut olup olmadığı, giderek bunların gerçekten ciddi birer uygulama olup olmadığı, vb. Bu boyut bağlamında şunu da söylemek olanaklıdır. Örgütsel performansın ÇYK boyutu bağlamında sağlanan performans artışı, diğer nicel olarak ifade edilebilen performans değerlendirme göstergelerinde etkisini sayısal olarak gösterecektir.
-          İşgücü değişim oranı, devamsızlık, grev ve anlaşmazlıklar, işe geç kalmalar, kazalar gibi sonuçlar çalışma yaşamının kalitesinde işgücü davranışlarını belirleyebilen göstergelerdir. Ancak bu oranlar nedenlere inmediğinden ve olayları gerçekleştikten sonra açıkladıkları için yeterince anlamlı değildirler. Bu nedenle bu göstergeler, nedenleriyle birlikte ele alınıp, sayısallaştırılmalıdır.
-          Günümüzde, “çalışan memnuniyeti anketleri” yoluyla da ÇYK ölçülmektedir.

Gülnur Sönmez, 2002


[1] Kaynak: AKAL, Zuhal “İşletmelerde Verimlilik Akımlarının Yönetimi ve Verimlilik Ölçüm Süreci”, Ankara 1994 s: 11 (yayımlanmamış notlar); BELCHER G. John, “The Productivity Management Process”, APC, 1984
[2] NGEE, Carol Lam Khim, “Productivity Management A Growing Corporate Emphasis”,1987, Singapur Verimlilik Merkezi (National Productivity Board)
[3] Kaynaklar: AKAL, Zühal, “İşletmelerde Performans Ölçümü ve Denetimi: Çok Yönlü Performans Göstergeleri”, MPM Yayınları No: 473, 3. Basım, Ankara, 1998, s:15-49
BAŞ, İ.Melih, ARTAR, Ayhan, a.g.e., s:18-73,
PROKOPENKO, J., a.g.e., s:7
[4] Ayrıntılar için bkz. BAŞ,İ.Melih, ARTAR, Ayhan, a.g.e., s:47-58
[5] SOYLU, Kaan vd., 1998
[6] BOZKURT, Rıdvan “Kalite İyileştirme Araç ve Yöntemleri”, MPM Yayınları No: 630, Ankara, 1998, s: 14-17
[7] BOZKURT, Rıdvan, a.g.e., s: 14-17
[8] KOBU, Bülent, “Endüstriyel Kalite Kontrolü”, 2. Basım, 1987, s: 23
[9] BOZKURT, Rıdvan, a.g.e., s: 14-17
[10] KOBU, Bülent, a.g.e., s: 23

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder