Bu Blogda Ara

18 Haziran 2016 Cumartesi

GENİŞ ANLAMIYLA VERİMLİLİK

Dar anlamıyla verimlilik konu başlığında, ağırlıklı olarak verimliliğin Çıktı/Girdi oranı olarak ne anlam ifade ettiği (nicel boyutu) üzerinde durulmuştu. Burada, verimlilik artışından neler beklendiği ve verimlilik artışının bu beklentileri karşılama durumu üzerinde, başka bir deyişle verimliliğin nitel boyutu üzerinde durulacaktır. Ayrıca, verimlilik kavramından performans kavramına doğru bir pencere açılacaktır.
ILO’nun Verimlilik Yönetimi El Kitabı’nda[1] işletme yöneticilerinin verimlilik tanımlarındaki değişimle ilgili 1975’te yayınlanan çarpıcı bir araştırma sonucuna yer verilmiştir:
“Verimliliğin sosyal yönünün önemi her geçen gün artmaktadır. Bazı Amerikan firmalarındaki yöneticiler ve sendikalar arasında yapılan bir araştırma, yöneticilerin (%78) ve sendika liderlerinin (%70) büyük çoğunluğunun yalnızca nicel değerlendirmeye dayanan bir verimlilik tanımı kullanmadıklarını ortaya koymuştur. Bunlar işletmelerinde daha geniş, daha nitel bir verimlilik tanımını tercih ediyorlar. Yönetim ve sendikaların politika koyucuları, verimlilik dendiğinde, tüm kuruluşun etkililik ve performans düzeyini anlıyorlar. Buna, emek stopajlarının, işçi devrinin, devamsızlığın kalkması ve hatta müşteri doyumu gibi pek de somut olmayan özellikler de dahildir. Politika koyucuların, verimliliğin bu kapsamlı tanımıyla işçi doyumu, müşteri doyumu ve verimlilik arasında bağlantı kurdukları anlaşılmaktadır.”
1986’da Endonezya’nın başkenti Jakarta’da düzenlenen 5. Dünya Verimlilik Kongresinde Prof. Dr. Kazukiyo Kurosawa, “Genelde anlaşıldığı üzere verimliliğin girdi ve ürün arasındaki basit bir oran olarak algılanması riskli bir yaklaşımdır. Verimlilik prensibi, insanlığın gelişimiyle birlikte, insan aklı ve bedeniyle onu kuşatan doğal çevre ve kaynakların doğru şekilde kullanılmasına dayanan ve bu avantajı insanın fiziksel sağlığının (physical well-being) korunması ve geliştirilmesi yönünde kullanan bir yol göstericiliğe sahiptir. Böyle bir fenomenle yaklaşıldığında, bir verimlilik oranı, bu prensibe göre yapılması gereken endüstriyel faaliyetlerin sonuçlarını gösteren oranlardan (sadece) biridir. Buna bağlı olarak, bu tarz bir oranın davranışını (behaviour) açıklayan ve bu davranışı anlamamızı sağlayan bir teoriye sahip olmamız her zaman önemlidir.” diyerek fikrini açıklamış.
Alan Lawlor, aynı kongreye “Verimlilik 2000 – Geleceğe bir Köprü” adlı bildirisiyle katılarak, 1985 sonbaharında yayınlanan “Verimlilik Artırma El Kitabı”nda da dile getirdiği gibi genel olarak verimliliğe bakış açısında çarpıklıklar olduğunu, verimliliğin birkaç oyuncuyla oynanan bir dünya oyunu olmadığını ve herkesin bu sürece katıldığını söylemiştir. Alan Lawlor’ın ortaya attığı ve günümüzde hala önemini koruyan soru ise “Gerçekten ihtiyaç duyulan ürün ve hizmetlerin daha fazlasını, dünyanın daha az kaynaklarını kullanarak ve bunun yanında üreten ve tüketen insanların tatminini sağlayarak (human satisfaction) nasıl üretebiliriz?” şeklinde özetlenebilir. Bu soruya yanıt vermek için, çeşitli kaynakları tarayarak verimlilik bilimiyle ilgilenenlerin aşağıdaki konulara odaklanması gerektiği sonucuna varmış. (Alan Lawlor’ın kongredeki konuşmasından):

“Bana öyle geliyor ki, verimlilik biliminin geliştirilmesinde dikkate alınması gereken 9 alan var. Bunlar kitabımda ayrıntılarıyla incelenmiş olup, aşağıda özeti yer almaktadır:

1)      Enerji: Bizim sosyal ve ekonomik gönencimiz (well-being) enerjiye bağlıdır. Enerji fiyatlarındaki büyük artışlar ve enerjinin sınırlılığı, kaynak yönetiminde ve ekonomilerin yapısında güçlü etkilere sahip olmuştur. Şimdiden, enerjinin verimlilik üzerindeki etkisine ve entropi kavramının henüz gizli kalmış anlamına daha fazla dikkat etmemiz gerekeceği açıktır. Howard Odum’un, enerji elde etmek için artan miktarlarda enerji kullanma aşamasına yaklaştığımız konusundaki iddiaları (net enerji konsepti) daha fazla ilgi görmesi gereken bir alandır.

2)      Varlık (Wealth): Verimlilik ve varlık birbirini doğru orantılı olarak etkiler. Verimlilik söz konusu olduğunda varlığın gelirle karıştırılmaması gerekir. Kaynakların, özellikle de enerjinin daha etken kullanımı, bu kaynakların daha iyi kullanımı için yatırıma dönüştürülecek bir ek varlık (surplus wealth) üretmelidir. Fakat sahte varlık artışının ve dünyada artarak devam eden varlık azalışlarının farkında olmamız gerekmektedir.

3)      Sürdürebilirlik (Viability: Toplumsal, siyasal veya ekonomik açıdan kendi ayakları üzerinde durabilme, varlığını bağımsız olarak sürdürebilme hali): Ekonomik göstergeler, uzun dönemli sürdürebilirlik için iyi yol göstericiler değil. Yenilik ve risk alma gibi daha pek çok faktör var. İşkolunda kalmanın (staying in business) gelecekteki maliyetleri de aynı şekilde sürekli dikkat edilmesi gereken bir konu.

4)      Sanayinin Önündeki Engeller (Challenges to Industry): Bilgi çağına geçişin neden olduğu değişiklikler sonucu, sanayinin mevcut çalışma şeklini kökten değiştirmesi gerekecektir.

5)      Yeni Tarz Ölçümler (New Style Measurements): Yaşanmakta olan büyük değişimden etkilenerek, kurulu ölçüm biçimlerimizin de değişmesi beklenir. Gayrı-Safi Milli Hasıla’nın bir ülkenin toplam gönencini gösteren bir gösterge olup olmadığı sorgulanmalıdır. GSMH, ekonomik aktivitelerin sosyal maliyetlerini hesaba katmadığından yetersizdir. Bunun yanında, etkenliğin (efficiency) zaman dilimlerine ve dikkate alınan tüm faktörlerin birbirine bağımlılığına karşı değerlendirilmesi için yöntem (metot) geliştirilmesi gerekecektir.

6)      Beyaz Yakalılar: Ekonomilerin yaygınlaşmakta olan bilgi ile çalışan işçilerinin verimliliklerinin nasıl ölçüleceği ve geliştirileceği konusu, yöneticilerin artan ilgisine ihtiyaç duyacaktır.

7)      Bilgisayarlı Konferans: Firmaların birbirine elektronik bir ortamda bağlanarak bilgi alış-verişinde bulunduğu yöntemdir. Bu bağlamda, dünyadaki tüm verimlilik merkezleri birbirlerine bağlanamazlar mı? (Bugün bu bağlantı gerçekleşmiş durumda)

8)      Ödül Sistemleri: İnsanları finansal ve psikolojik alanlarda nasıl ödüllendirdiğimiz konusu verimlilik sorununun gözle görünen kısmıdır. 1980’ler ve ötesinin ihtiyaçlarına uyum sağlamak için kazanç paylaşımının (gainsharing) tamamen yeni şekillerinin geliştirilmesi gerekecektir.

9)      Verimlilikle İlgili Alışkanlıklar (Attitudes to Productivity): Günümüzün belirsizlik ve değişim ortamında verimliliği artıracaksak, davranışlarımızı etkileyen çeşitli inançları ve alışkanlıkları anlamamız önemlidir. Bu inanç ve alışkanlıkları nasıl değiştireceğimiz konusu, her verimlilik geliştirme stratejisinin temel (fundamental) parçasıdır.”

Lawlor, bu konuşması sonucunda vardığı noktayı şu şekilde özetliyor:

“Verimliliğin bütünsel bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini göstermeye çalıştım. Benim bakış açıma göre verimliliğe parçalı yaklaşımlar tatmin edici değillerdir. Buna ek olarak, kısa vadeli sürdürülebilirliklere odaklanıp sorunların uzun vadeli çözümünü olanaksız hale getirebilecek yaklaşımlara karşı dikkatli olmalıyız. Verimlilikle ilgili alışkanlıklar hem organizasyonlar arasında, hem de ülkeler arasında zıt görünüm arz ediyor gibi görünmektedirler. Bu durum belki de verimlilik sorununun yapısı (nature) hakkındaki yanlış anlaşılmalardan ve farklı değer sistemlerinden kaynaklanıyor olabilir. Bir uçta yetersiz verimlilik bilgisiyle ve ikinci dalga teknolojilerle yaşamaya çalışan şirketler yer alırken, diğer uçta bilgi çağına geçmekte olan ve bunun insan faktörü bakımından ve teknik anlamda gereğini yapan şirketler yer almaktadır. İster küçük bir imalat işletmesi olsun, isterse bir kamu departmanı veya bir hastane işletmesi, verimlilik hepimiz için öncelikli bir konu olmalıdır. İşgücü, sermaye, malzeme ve enerji kaynakları büyük ve küçük tüm işletmeleri ilgilendirir. Ürün ve hizmetlerin doğru miktarda (level) ve kalitede nasıl üretileceğini yanıtlamasının yanı sıra, hayattan zevk almanın nasıl sağlanacağı konusuna da katkıda bulunması nedeniyle verimlilik önemli bir konu olmaya devam edecektir.”

MPM’nin 653 no.’lu yayınında[2], verimliliğin nitel boyutlarından biri olan “çevre koruma” unsurunun uygulamada nasıl göz ardı edildiği, verimlilik ölçümünde bu faktörler çoğu kez dikkate alınmadığından nasıl yanıltıcı olabileceği dile getirilmektedir:

“Verimlilik oranı, çoğu zaman, ya tüm girdiler ya da girdilerin herhangi biri için hesaplanmaktadır. Bu hesaplamalarda, hem girdiler ve hem de çıktılar için temel alınan özellik, hemen hemen yalnızca nicelikseldir. Öyle ki, sürecin, çalışanlarda yarattığı hoşnutluk ya da hoşnutsuzluklar; sağlık bozulmaları vb. olumsuzluklar bile bu hesaplamalarda, çoğunlukla dikkate alınmamaktadır. Ek olarak, sürece olumlu ya da olumsuz katkılarda bulunan çevresel koşulların etkisi ile üretim sürecinin çevrede yol açtığı olumlu ve olumsuz etkiler de bu hesaplamalarda işleme katılmamaktadır: Çevresel koşullardan kaynaklanan bu durum, doğal olarak, yanıltıcı vargılara yol açabilmektedir. Sözgelimi, çevrenin korunması için herhangi bir önlem alınmayan, harcama da yapılmayan ve dolayısıyla çevreye zarar veren işletmeler ya da sektörler yahut ülkeler için hesaplanan “verimlilik” oranları, önlem alanlara göre yüksek çıkabilmektedir. Bu durum, zamana dayalı verimlilik oranı hesaplama çalışmalarında da ortaya çıkmakta; dönemlerin verimlilik düzeylerindeki düşmeler ya da yükselmeler de yanlış değerlendirilebilmektedir.

... Verimlilik, yalnızca çıktı/girdi oranı olarak hesaplandığında ve yalnızca bu oranın artırılmasına yönelik çabalarla yetinildiğinde, bu doğrultudaki gerçekleşmelerin çevresel etkileri gözden kaçırılabilmektedir. Dolayısıyla verimlilik oranındaki büyümelerin devamlılığını sağlayabilecek önlemlerin alınması, en azından rastlantılara kalmaktadır. Bu nedenle, verimlilik düzeyinin ölçülmesine yönelik çalışmalar sırasında girdilerin ve çıktıların kapsamında çevresel koşullardaki niceliksel ve niteliksel değişmeleri yansıtabilecek değişkenlere yer verilmesi gerekmektedir. Örneğin, kısaca ekoverimlilik olarak anılan ve çevresel ve ekonomik performansı birleştiren bir ölçüt olarak tanımlanan yaklaşımda çıktılar kapsamında çevre koşullarının niteliğindeki iyileşme ve kötüleşme; girdiler kapsamında da doğal kaynak kullanımı ve özellikle de enerji tüketimi değişkenlerine ağırlıklı olarak yer verilmektedir. Örneğin, ekoverimlilik; GSMH/enerji; GSMH/katı atık miktarı; GSMH/su tüketimi; ton-km/enerji gibi göstergelerle ölçülebilmektedir. Öte yandan, “Sürdürülebilir Kalkınma İçin İş Konseyi”nin (WBCSD) tanımına göre, bir işletmenin ekoverimli sayılabilmesi için;

-          mal ve hizmetlerindeki malzeme ve enerji yoğunluğunu azaltması;

-          zehirli maddeleri en aza indirmesi;

-          malzemelerin geri dönüşümünü artırması;

-          yenilenebilir kaynakların sürdürülebilir kullanımını ençoklaması;

-          ürünlerin ömrünü uzatması;

-          mal ve hizmetlerindeki hizmet yoğunluğunu düşürmesi gerekmektedir.”

Bu görüşlerden de anlaşıldığı gibi, verimlilik artışıyla olumlu sonuçlara varılması beklentisi vardır. Beklentiler arasında:

-          Çalışma yaşamının kalitesinin artırılması

-          Uzun vadede istihdamın artırılması

-          İnsanların daha fazla varlık içinde yaşamlarını sürdürmesi

-          Kalkınmanın sürdürülebilir olması

-          Doğal çevrenin korunması, vb. olumlu sonuçların elde edilmesi sayılabilir.

Dolayısıyla, çıktı/girdi şeklinde ölçülen verimlilik göstergesi, bize bu beklentilerin karşılanma derecesi hakkında bir fikir vermemekte ve yetersiz kalmaktadır. Verimlilik artışından yukarıdaki olumlu sonuçlara varabiliyor muyuz sorusunun yanıtını bulmak için, başka bazı göstergelere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu göstergeler, bir işletmenin başarı durumunu gösteren çeşitli oranlar olup, performans göstergeleri olarak nitelendirilmektedir.

Dünyada verimlilik artırma çabalarıyla ve ulusal verimlilik hareketleriyle ilgili konuda, Endüstri Devrimi’ni yaşayan Avrupa’da, verimliliğe istihdamı azaltan, dolayısıyla işçi karşıtı bir hareket gözüyle bakıldığı, Japonya’da ise tam tersine, uzun vadede verimliliğin istihdamı artırdığı düşüncesinin yaygın olduğundan bahsedilmişti. Aşağıda, Avrupa Ulusal Verimlilik Merkezleri Birliği’nin (EANPC) Ocak 1999’da, Brüksel’de yayınladığı ve halen web sayfasında yer alan bildirisinde bu konuyla ilgili görüşleri yer almaktadır:

Verimlilik, ekonomik büyümenin temel bileşenlerinden biridir: üretim faktörlerindeki artışlardan arta kalan unsurdur. Bu nedenle verimlilik, işgücünün yerine sermaye konarak veya işgücünü azaltarak artırılır. Bu durum Endüstriyel Devrim’in başlangıcından beri devam etmektedir. Malzeme üretimi, taşıma ve bilgi gibi işler işgücü ağırlıklı süreçlerden yeni makine ve aletler kullanarak sermaye yoğun hale getirilmiştir. Sermaye yoğun çalışıldığında, üretim sürecinde ihtiyaç duyulan işçi sayısı azalmakta, fakat varlık artışı yeni ürünler ve hizmetler için talep artışına, artan talebin karşılanması ihtiyacı da yeni işletmelerin kurulmasına neden olmakta ve böylece istihdam artmaktadır. Aynı zamanda, işgücünden hem kas gücü, hem de beyin gücü olarak daha fazla yararlanma isteğinin artması sonucu, değişime kolayca ayak uydurabilen kalifiye ve sağlıklı işgücü için yeni istihdam olanakları ortaya çıkmaktadır.

Yukarıdaki açıklama, otomasyona geçişin nasıl bir değişime ve döngüye neden olduğunu göstermektedir. Bu durumu aşağıdaki şekille ifade etmek uygun olacaktır:


Şekil 1: Otomasyona Geçişin Verimlilikte ve İstihdamda Yarattığı Değişimler



 

 Görüldüğü gibi istihdam azalmamakta, aksine artmakta ve daha kalifiye bir işgücü talep edildiğinden, istihdam biçim değiştirmektedir. Çağımızda, değişime kolay uyum sağlayabilen, sağlıklı ve kalifiye işgücüne daha fazla ihtiyaç duyulması nedeniyle, temel (örgün) eğitim, hizmet içi eğitim ve okul sonrası eğitim anlayışının bu durumla uyumlu hale getirilmesi ayrı bir önem kazanmaktadır. Aksi takdirde, kalifiye işgücünün yetersiz kalması sonucu otomasyonla hedeflenen verimlilik artışı gerçekleşemeyecektir.

Ayrıca, 4. aşamada belirtilen, “çalışanların artan katma değerlerinin ücretlerine yansıtılması” seçeneği yerine işletme yöneticilerinin farklı bir tutum izlemesi, yukarıdaki döngünün kopmasına neden olacaktır. Böyle bir durumda işgücünün artan verimlilikle bağı koparıldığından, otomasyona karşı bir direnç gösterecektir. Çünkü, verimliliğin getirdiği nimetlerden kendisi yararlanamayacaktır.

Burada, “çalışan başına katma değerin artması”na değinildi. Bu oran, bir işletmede brüt ya da net katma değer / çalışan sayısı = çalışan başına düşen katma değer olarak bulunur ve önemli bir kısmi verimlilik göstergesidir.

İnsanoğlunun/insankadınının yukarıdaki analizleri yapma ihtiyacı duymasıyla ilgili olarak Halit Suiçmez, MPM’nin yerel basın haber bülteni olan “Verimlilik”in 11. Yıl, 24. Sayısında (Haziran 2001) verimlilik tanımını şöyle yapıyor:

“Verimlilik hayatta temel sorgulayıcı bir kavramdır. İnsan her an NE’yi NASIL yaptığını sorgular. İşte verimlilik, neleri nasıl yaptığımızı sorgulamaktır. Doğru işi, doğru biçimde yapmaktır.”

Tam da bu noktada, verimlilikle, performans boyutlarından ikisi olan etkililik ve etkenlik arasındaki ilişkiyi anlatıyor:

“Doğru işi yapmak; acaba yaptığımız iş yararlı mı, bize uygun mu sorularını sormaktır. Buna etkililik denir. İşi doğru biçimde yapmak; yapılan işin bilimsel gereklere uygunluğunu sınamaktır. Buna etkinlik nedir. Verimlilik, etkili ve etkin çalışmak demektir. Teknik anlamda çıktı/girdi ilişkisidir.”  Bu ifadeler verimliliğin etkililik ve etkenlikle olan ilişkisinin yanında, “nicel verimliliğin” “nitel verimlilik”teki karşılığını vermektedir; yani verimliliğin nasıl artırılabileceğinin başlangıç noktasını oluşturmaktadır.

Bu tanımlardan yola çıkarak verimlilik ilkeleri aşağıdaki gibi tanımlanmaktadır. (a.g.e.):

1)      Doğru işi yapmak (doğruluk ilkesi)

2)      Yapabileceğinin en çoğunu ve en kalitelisini yapmak (iyilik)

3)      Yapılanın toplumsal yararını sorgulamak (toplumsallık)

4)      Sonucun toplumsal maliyetini çıkarmak (toplumsal maliyet)

5)      Bireyin kendini, toplumu, ülke, dünya ve doğayı tanıması (bilme ilkesi)

6)      Mevcut ve potansiyel kaynakların tanınması, tanımlanması (farkında olmak)

7)      Kaynakları doğru kullanmak (teknik olma ilkesi)

8)      Kaynakları tam kullanmak (ziyan etmeme)

9)      Kaynakları zamanında ve yerinde kullanmak (uygunluk ilkesi)

10)   Kaynakları en ucuz, en az kullanmak (ekonomiklik ilkesi)

11)   Her kaynağın fayda-maliyet analizini yapmak (analitik olma)

12)   Girdi seçimini doğru yapmak (en uygun bileşim)

İşletmelerde, verimlilik ölçümleriyle yetinilmemeli, yukarıdaki “verimlilik ilkeleri”nin hakkıyla yerine getirilip getirilmediğini görmek için, diğer performans ölçütlerinden de yararlanılmalıdır.


Gülnur SÖNMEZ, 2002

[1] PROKOPENKO, J. a.g.e., s:5-6
[2] Türkiye’de Verimlilik, Kalkınma, Çevre Etkileşimi, Ankara, 2001, s.:30

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder