Dar anlamıyla verimlilik konu
başlığında, ağırlıklı olarak verimliliğin Çıktı/Girdi oranı olarak ne anlam
ifade ettiği (nicel boyutu) üzerinde durulmuştu. Burada, verimlilik artışından
neler beklendiği ve verimlilik artışının bu beklentileri karşılama durumu
üzerinde, başka bir deyişle verimliliğin nitel boyutu üzerinde durulacaktır.
Ayrıca, verimlilik kavramından performans kavramına doğru bir pencere
açılacaktır.
ILO’nun Verimlilik Yönetimi El
Kitabı’nda[1]
işletme yöneticilerinin verimlilik tanımlarındaki değişimle ilgili 1975’te
yayınlanan çarpıcı bir araştırma sonucuna yer verilmiştir:
“Verimliliğin sosyal yönünün
önemi her geçen gün artmaktadır. Bazı Amerikan firmalarındaki yöneticiler ve
sendikalar arasında yapılan bir araştırma, yöneticilerin (%78) ve sendika
liderlerinin (%70) büyük çoğunluğunun yalnızca nicel değerlendirmeye dayanan
bir verimlilik tanımı kullanmadıklarını ortaya koymuştur. Bunlar işletmelerinde
daha geniş, daha nitel bir verimlilik tanımını tercih ediyorlar. Yönetim ve
sendikaların politika koyucuları, verimlilik dendiğinde, tüm kuruluşun
etkililik ve performans düzeyini anlıyorlar. Buna, emek stopajlarının, işçi
devrinin, devamsızlığın kalkması ve hatta müşteri doyumu gibi pek de somut
olmayan özellikler de dahildir. Politika koyucuların, verimliliğin bu kapsamlı
tanımıyla işçi doyumu, müşteri doyumu ve verimlilik arasında bağlantı
kurdukları anlaşılmaktadır.”
1986’da Endonezya’nın başkenti
Jakarta’da düzenlenen 5. Dünya Verimlilik Kongresinde Prof. Dr. Kazukiyo
Kurosawa, “Genelde anlaşıldığı üzere verimliliğin girdi ve ürün arasındaki
basit bir oran olarak algılanması riskli bir yaklaşımdır. Verimlilik prensibi,
insanlığın gelişimiyle birlikte, insan aklı ve bedeniyle onu kuşatan doğal
çevre ve kaynakların doğru şekilde kullanılmasına dayanan ve bu avantajı insanın
fiziksel sağlığının (physical well-being) korunması ve geliştirilmesi yönünde
kullanan bir yol göstericiliğe sahiptir. Böyle bir fenomenle yaklaşıldığında,
bir verimlilik oranı, bu prensibe göre yapılması gereken endüstriyel
faaliyetlerin sonuçlarını gösteren oranlardan (sadece) biridir. Buna bağlı
olarak, bu tarz bir oranın davranışını (behaviour) açıklayan ve bu davranışı
anlamamızı sağlayan bir teoriye sahip olmamız her zaman önemlidir.” diyerek
fikrini açıklamış.
Alan Lawlor, aynı kongreye “Verimlilik
2000 – Geleceğe bir Köprü” adlı bildirisiyle katılarak, 1985 sonbaharında
yayınlanan “Verimlilik Artırma El Kitabı”nda da dile getirdiği gibi genel
olarak verimliliğe bakış açısında çarpıklıklar olduğunu, verimliliğin birkaç
oyuncuyla oynanan bir dünya oyunu olmadığını ve herkesin bu sürece katıldığını
söylemiştir. Alan Lawlor’ın ortaya attığı ve günümüzde hala önemini koruyan
soru ise “Gerçekten ihtiyaç duyulan ürün ve hizmetlerin daha fazlasını,
dünyanın daha az kaynaklarını kullanarak ve bunun yanında üreten ve tüketen
insanların tatminini sağlayarak (human satisfaction) nasıl üretebiliriz?”
şeklinde özetlenebilir. Bu soruya yanıt vermek için, çeşitli kaynakları
tarayarak verimlilik bilimiyle ilgilenenlerin aşağıdaki konulara odaklanması
gerektiği sonucuna varmış. (Alan Lawlor’ın kongredeki konuşmasından):
“Bana öyle geliyor ki, verimlilik biliminin
geliştirilmesinde dikkate alınması gereken 9 alan var. Bunlar kitabımda
ayrıntılarıyla incelenmiş olup, aşağıda özeti yer almaktadır:
1)
Enerji: Bizim sosyal ve ekonomik gönencimiz
(well-being) enerjiye bağlıdır. Enerji fiyatlarındaki büyük artışlar ve
enerjinin sınırlılığı, kaynak yönetiminde ve ekonomilerin yapısında güçlü
etkilere sahip olmuştur. Şimdiden, enerjinin verimlilik üzerindeki etkisine ve
entropi kavramının henüz gizli kalmış anlamına daha fazla dikkat etmemiz
gerekeceği açıktır. Howard Odum’un, enerji elde etmek için artan miktarlarda
enerji kullanma aşamasına yaklaştığımız konusundaki iddiaları (net enerji
konsepti) daha fazla ilgi görmesi gereken bir alandır.
2)
Varlık (Wealth): Verimlilik ve varlık birbirini
doğru orantılı olarak etkiler. Verimlilik söz konusu olduğunda varlığın gelirle
karıştırılmaması gerekir. Kaynakların, özellikle de enerjinin daha etken
kullanımı, bu kaynakların daha iyi kullanımı için yatırıma dönüştürülecek bir
ek varlık (surplus wealth) üretmelidir. Fakat sahte varlık artışının ve dünyada
artarak devam eden varlık azalışlarının farkında olmamız gerekmektedir.
3)
Sürdürebilirlik (Viability: Toplumsal, siyasal
veya ekonomik açıdan kendi ayakları üzerinde durabilme, varlığını bağımsız
olarak sürdürebilme hali): Ekonomik göstergeler, uzun dönemli sürdürebilirlik
için iyi yol göstericiler değil. Yenilik ve risk alma gibi daha pek çok faktör
var. İşkolunda kalmanın (staying in business) gelecekteki maliyetleri de aynı
şekilde sürekli dikkat edilmesi gereken bir konu.
4)
Sanayinin Önündeki Engeller (Challenges to
Industry): Bilgi çağına geçişin neden olduğu değişiklikler sonucu, sanayinin
mevcut çalışma şeklini kökten değiştirmesi gerekecektir.
5)
Yeni Tarz Ölçümler (New Style Measurements):
Yaşanmakta olan büyük değişimden etkilenerek, kurulu ölçüm biçimlerimizin de
değişmesi beklenir. Gayrı-Safi Milli Hasıla’nın bir ülkenin toplam gönencini
gösteren bir gösterge olup olmadığı sorgulanmalıdır. GSMH, ekonomik
aktivitelerin sosyal maliyetlerini hesaba katmadığından yetersizdir. Bunun
yanında, etkenliğin (efficiency) zaman dilimlerine ve dikkate alınan tüm
faktörlerin birbirine bağımlılığına karşı değerlendirilmesi için yöntem (metot)
geliştirilmesi gerekecektir.
6)
Beyaz Yakalılar: Ekonomilerin yaygınlaşmakta
olan bilgi ile çalışan işçilerinin verimliliklerinin nasıl ölçüleceği ve
geliştirileceği konusu, yöneticilerin artan ilgisine ihtiyaç duyacaktır.
7)
Bilgisayarlı Konferans: Firmaların birbirine
elektronik bir ortamda bağlanarak bilgi alış-verişinde bulunduğu yöntemdir. Bu
bağlamda, dünyadaki tüm verimlilik merkezleri birbirlerine bağlanamazlar mı? (Bugün
bu bağlantı gerçekleşmiş durumda)
8)
Ödül Sistemleri: İnsanları finansal ve
psikolojik alanlarda nasıl ödüllendirdiğimiz konusu verimlilik sorununun gözle
görünen kısmıdır. 1980’ler ve ötesinin ihtiyaçlarına uyum sağlamak için kazanç
paylaşımının (gainsharing) tamamen yeni şekillerinin geliştirilmesi
gerekecektir.
9)
Verimlilikle İlgili Alışkanlıklar (Attitudes to
Productivity): Günümüzün belirsizlik ve değişim ortamında verimliliği
artıracaksak, davranışlarımızı etkileyen çeşitli inançları ve alışkanlıkları
anlamamız önemlidir. Bu inanç ve alışkanlıkları nasıl değiştireceğimiz konusu,
her verimlilik geliştirme stratejisinin temel (fundamental) parçasıdır.”
Lawlor, bu konuşması sonucunda vardığı noktayı şu şekilde
özetliyor:
“Verimliliğin bütünsel bir yaklaşımla ele alınması
gerektiğini göstermeye çalıştım. Benim bakış açıma göre verimliliğe parçalı
yaklaşımlar tatmin edici değillerdir. Buna ek olarak, kısa vadeli
sürdürülebilirliklere odaklanıp sorunların uzun vadeli çözümünü olanaksız hale
getirebilecek yaklaşımlara karşı dikkatli olmalıyız. Verimlilikle ilgili
alışkanlıklar hem organizasyonlar arasında, hem de ülkeler arasında zıt görünüm
arz ediyor gibi görünmektedirler. Bu durum belki de verimlilik sorununun yapısı
(nature) hakkındaki yanlış anlaşılmalardan ve farklı değer sistemlerinden
kaynaklanıyor olabilir. Bir uçta yetersiz verimlilik bilgisiyle ve ikinci dalga
teknolojilerle yaşamaya çalışan şirketler yer alırken, diğer uçta bilgi çağına
geçmekte olan ve bunun insan faktörü bakımından ve teknik anlamda gereğini
yapan şirketler yer almaktadır. İster küçük bir imalat işletmesi olsun, isterse
bir kamu departmanı veya bir hastane işletmesi, verimlilik hepimiz için
öncelikli bir konu olmalıdır. İşgücü, sermaye, malzeme ve enerji kaynakları
büyük ve küçük tüm işletmeleri ilgilendirir. Ürün ve hizmetlerin doğru miktarda
(level) ve kalitede nasıl üretileceğini yanıtlamasının yanı sıra, hayattan zevk
almanın nasıl sağlanacağı konusuna da katkıda bulunması nedeniyle verimlilik
önemli bir konu olmaya devam edecektir.”
MPM’nin 653 no.’lu yayınında[2],
verimliliğin nitel boyutlarından biri olan “çevre koruma” unsurunun uygulamada
nasıl göz ardı edildiği, verimlilik ölçümünde bu faktörler çoğu kez dikkate
alınmadığından nasıl yanıltıcı olabileceği dile getirilmektedir:
“Verimlilik oranı, çoğu zaman, ya tüm girdiler ya da
girdilerin herhangi biri için hesaplanmaktadır. Bu hesaplamalarda, hem girdiler
ve hem de çıktılar için temel alınan özellik, hemen hemen yalnızca
nicelikseldir. Öyle ki, sürecin, çalışanlarda yarattığı hoşnutluk ya da
hoşnutsuzluklar; sağlık bozulmaları vb. olumsuzluklar bile bu hesaplamalarda,
çoğunlukla dikkate alınmamaktadır. Ek olarak, sürece olumlu ya da olumsuz
katkılarda bulunan çevresel koşulların etkisi ile üretim sürecinin çevrede yol
açtığı olumlu ve olumsuz etkiler de bu hesaplamalarda işleme katılmamaktadır:
Çevresel koşullardan kaynaklanan bu durum, doğal olarak, yanıltıcı vargılara
yol açabilmektedir. Sözgelimi, çevrenin korunması için herhangi bir önlem
alınmayan, harcama da yapılmayan ve dolayısıyla çevreye zarar veren işletmeler
ya da sektörler yahut ülkeler için hesaplanan “verimlilik” oranları, önlem
alanlara göre yüksek çıkabilmektedir. Bu durum, zamana dayalı verimlilik oranı
hesaplama çalışmalarında da ortaya çıkmakta; dönemlerin verimlilik
düzeylerindeki düşmeler ya da yükselmeler de yanlış değerlendirilebilmektedir.
... Verimlilik, yalnızca çıktı/girdi oranı olarak
hesaplandığında ve yalnızca bu oranın artırılmasına yönelik çabalarla
yetinildiğinde, bu doğrultudaki gerçekleşmelerin çevresel etkileri gözden
kaçırılabilmektedir. Dolayısıyla verimlilik oranındaki büyümelerin devamlılığını
sağlayabilecek önlemlerin alınması, en azından rastlantılara kalmaktadır. Bu
nedenle, verimlilik düzeyinin ölçülmesine yönelik çalışmalar sırasında
girdilerin ve çıktıların kapsamında çevresel koşullardaki niceliksel ve
niteliksel değişmeleri yansıtabilecek değişkenlere yer verilmesi gerekmektedir.
Örneğin, kısaca ekoverimlilik olarak anılan ve çevresel ve ekonomik performansı
birleştiren bir ölçüt olarak tanımlanan yaklaşımda çıktılar kapsamında çevre
koşullarının niteliğindeki iyileşme ve kötüleşme; girdiler kapsamında da doğal
kaynak kullanımı ve özellikle de enerji tüketimi değişkenlerine ağırlıklı
olarak yer verilmektedir. Örneğin, ekoverimlilik; GSMH/enerji; GSMH/katı atık
miktarı; GSMH/su tüketimi; ton-km/enerji gibi göstergelerle ölçülebilmektedir.
Öte yandan, “Sürdürülebilir Kalkınma İçin İş Konseyi”nin (WBCSD) tanımına göre,
bir işletmenin ekoverimli sayılabilmesi için;
-
mal ve hizmetlerindeki malzeme ve enerji
yoğunluğunu azaltması;
-
zehirli maddeleri en aza indirmesi;
-
malzemelerin geri dönüşümünü artırması;
-
yenilenebilir kaynakların sürdürülebilir
kullanımını ençoklaması;
-
ürünlerin ömrünü uzatması;
-
mal ve hizmetlerindeki hizmet yoğunluğunu düşürmesi
gerekmektedir.”
Bu görüşlerden de anlaşıldığı gibi, verimlilik artışıyla
olumlu sonuçlara varılması beklentisi vardır. Beklentiler arasında:
-
Çalışma yaşamının kalitesinin artırılması
-
Uzun vadede istihdamın artırılması
-
İnsanların daha fazla varlık içinde yaşamlarını
sürdürmesi
-
Kalkınmanın sürdürülebilir olması
-
Doğal çevrenin korunması, vb. olumlu sonuçların elde
edilmesi sayılabilir.
Dolayısıyla, çıktı/girdi şeklinde ölçülen verimlilik
göstergesi, bize bu beklentilerin karşılanma derecesi hakkında bir fikir
vermemekte ve yetersiz kalmaktadır. Verimlilik artışından yukarıdaki olumlu
sonuçlara varabiliyor muyuz sorusunun yanıtını bulmak için, başka bazı
göstergelere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu göstergeler, bir işletmenin başarı
durumunu gösteren çeşitli oranlar olup, performans göstergeleri olarak
nitelendirilmektedir.
Dünyada verimlilik artırma çabalarıyla ve ulusal verimlilik
hareketleriyle ilgili konuda, Endüstri Devrimi’ni yaşayan Avrupa’da,
verimliliğe istihdamı azaltan, dolayısıyla işçi karşıtı bir hareket gözüyle
bakıldığı, Japonya’da ise tam tersine, uzun vadede verimliliğin istihdamı
artırdığı düşüncesinin yaygın olduğundan bahsedilmişti. Aşağıda, Avrupa Ulusal
Verimlilik Merkezleri Birliği’nin (EANPC) Ocak 1999’da, Brüksel’de yayınladığı
ve halen web sayfasında yer alan bildirisinde bu konuyla ilgili görüşleri yer
almaktadır:
Verimlilik, ekonomik büyümenin temel bileşenlerinden
biridir: üretim faktörlerindeki artışlardan arta kalan unsurdur. Bu nedenle
verimlilik, işgücünün yerine sermaye konarak veya işgücünü azaltarak artırılır.
Bu durum Endüstriyel Devrim’in başlangıcından beri devam etmektedir. Malzeme
üretimi, taşıma ve bilgi gibi işler işgücü ağırlıklı süreçlerden yeni makine ve
aletler kullanarak sermaye yoğun hale getirilmiştir. Sermaye yoğun
çalışıldığında, üretim sürecinde ihtiyaç duyulan işçi sayısı azalmakta, fakat
varlık artışı yeni ürünler ve hizmetler için talep artışına, artan talebin
karşılanması ihtiyacı da yeni işletmelerin kurulmasına neden olmakta ve böylece
istihdam artmaktadır. Aynı zamanda, işgücünden hem kas gücü, hem de beyin gücü
olarak daha fazla yararlanma isteğinin artması sonucu, değişime kolayca ayak
uydurabilen kalifiye ve sağlıklı işgücü için yeni istihdam olanakları ortaya
çıkmaktadır.
Yukarıdaki açıklama, otomasyona geçişin nasıl bir değişime ve
döngüye neden olduğunu göstermektedir. Bu durumu aşağıdaki şekille ifade etmek
uygun olacaktır:
Şekil 1: Otomasyona Geçişin Verimlilikte ve İstihdamda
Yarattığı Değişimler
Görüldüğü gibi istihdam azalmamakta, aksine artmakta ve
daha kalifiye bir işgücü talep edildiğinden, istihdam biçim değiştirmektedir.
Çağımızda, değişime kolay uyum sağlayabilen, sağlıklı ve kalifiye işgücüne daha
fazla ihtiyaç duyulması nedeniyle, temel (örgün) eğitim, hizmet içi eğitim ve
okul sonrası eğitim anlayışının bu durumla uyumlu hale getirilmesi ayrı bir
önem kazanmaktadır. Aksi takdirde, kalifiye işgücünün yetersiz kalması sonucu
otomasyonla hedeflenen verimlilik artışı gerçekleşemeyecektir.
Ayrıca, 4. aşamada belirtilen, “çalışanların artan katma
değerlerinin ücretlerine yansıtılması” seçeneği yerine işletme yöneticilerinin
farklı bir tutum izlemesi, yukarıdaki döngünün kopmasına neden olacaktır. Böyle
bir durumda işgücünün artan verimlilikle bağı koparıldığından, otomasyona karşı
bir direnç gösterecektir. Çünkü, verimliliğin getirdiği nimetlerden kendisi
yararlanamayacaktır.
Burada, “çalışan başına katma değerin artması”na değinildi.
Bu oran, bir işletmede brüt ya da net katma değer / çalışan sayısı = çalışan
başına düşen katma değer olarak bulunur ve önemli bir kısmi verimlilik
göstergesidir.
İnsanoğlunun/insankadınının yukarıdaki analizleri yapma
ihtiyacı duymasıyla ilgili olarak Halit Suiçmez, MPM’nin yerel basın haber
bülteni olan “Verimlilik”in 11. Yıl, 24. Sayısında (Haziran 2001) verimlilik
tanımını şöyle yapıyor:
“Verimlilik hayatta temel sorgulayıcı bir kavramdır. İnsan
her an NE’yi NASIL yaptığını sorgular. İşte verimlilik, neleri nasıl
yaptığımızı sorgulamaktır. Doğru işi, doğru biçimde yapmaktır.”
Tam da bu noktada, verimlilikle, performans boyutlarından
ikisi olan etkililik ve etkenlik arasındaki ilişkiyi anlatıyor:
“Doğru işi yapmak; acaba yaptığımız iş yararlı mı, bize
uygun mu sorularını sormaktır. Buna etkililik denir. İşi doğru biçimde yapmak;
yapılan işin bilimsel gereklere uygunluğunu sınamaktır. Buna etkinlik nedir.
Verimlilik, etkili ve etkin çalışmak demektir. Teknik anlamda çıktı/girdi
ilişkisidir.” Bu ifadeler
verimliliğin etkililik ve etkenlikle olan ilişkisinin yanında, “nicel
verimliliğin” “nitel verimlilik”teki karşılığını vermektedir; yani verimliliğin
nasıl artırılabileceğinin başlangıç noktasını oluşturmaktadır.
Bu tanımlardan yola çıkarak verimlilik ilkeleri aşağıdaki
gibi tanımlanmaktadır. (a.g.e.):
1)
Doğru işi yapmak (doğruluk ilkesi)
2)
Yapabileceğinin en çoğunu ve en kalitelisini
yapmak (iyilik)
3)
Yapılanın toplumsal yararını sorgulamak
(toplumsallık)
4)
Sonucun toplumsal maliyetini çıkarmak (toplumsal
maliyet)
5)
Bireyin kendini, toplumu, ülke, dünya
ve doğayı tanıması (bilme ilkesi)
6)
Mevcut ve potansiyel kaynakların tanınması,
tanımlanması (farkında olmak)
7)
Kaynakları doğru kullanmak (teknik olma ilkesi)
8)
Kaynakları tam kullanmak (ziyan etmeme)
9)
Kaynakları zamanında ve yerinde kullanmak
(uygunluk ilkesi)
10) Kaynakları en ucuz, en az
kullanmak (ekonomiklik ilkesi)
11) Her kaynağın fayda-maliyet analizini
yapmak (analitik olma)
12) Girdi seçimini doğru yapmak (en uygun
bileşim)
İşletmelerde, verimlilik ölçümleriyle yetinilmemeli,
yukarıdaki “verimlilik ilkeleri”nin hakkıyla yerine getirilip getirilmediğini
görmek için, diğer performans ölçütlerinden de yararlanılmalıdır.
Gülnur SÖNMEZ, 2002
[1] PROKOPENKO, J. a.g.e.,
s:5-6
[2] Türkiye’de Verimlilik,
Kalkınma, Çevre Etkileşimi, Ankara, 2001, s.:30
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder