BÖLÜM II : ULUSAL DÜZEYDE VERİMLİLİK[1]
İlk
bölümde geniş anlamıyla verimlilik konu başlığı altında, ulusal düzeyde
verimlilikle ilgili tartışmalara da yer verilmiş, ancak bölüm genelinde
verimliliğe işletme perspektifinden bakılmıştı. Bu bölümde, ulusal düzeyde
verimlilikle ilgilenilecektir.
1.
ULUSAL DÜZEYDE VERİMLİLİK ÖLÇÜMÜ:
“Ulusal
düzeyde verimlilik değişimleri, ekonomideki çok sayıda dinamik faktörün
–teknolojik gelişme, fiziksel ve beşeri sermaye birikimi, girişimcilik,
kurumsal düzenlemeler, vb.- hem sonucu, hem de nedenidir. Verimlilik,
ekonomideki birçok değişimden etkilenen ama aynı zamanda bu değişimlerin
kaynağı da olabilen “sentez” bir değişkendir. Bu özelliği, genel sayılabilecek
tanımların dışında verimliliğe ilişkin ortak tanım ve analiz geliştirmenin
güçlüğünü oluşturur. Verimlilik, ekonominin uzun dönem performansındaki
değişimin izlenebileceği temel değişkendir. Bu, verimlilik analizlerinin
zorunlu olarak karşılaştırma yapılabilir bir temele sahip olmalarını ve bu
amaca uygun endeks kullanmalarını gerektirir.
İşletmelere ilişkin verimlilik ölçümlerinde olduğu gibi,
ulusal düzeyde verimlilik ölçümlerinde de, verimlilik endeksleri iki temel
başlık altında toplanmaktadır: kısmi verimlilik endeksi ve toplam faktör
verimliliği endeksi.
Kısmi
verimlilik endeksleri üretim sürecinde kullanılan girdilerin ortalama
verimliliklerindeki değişimi göstermekte olup, basitçe çıktı ile girdi büyüme
oranları arasındaki fark olarak tanımlanabilir. Görüldüğü gibi bu tanım,
işletme düzeyindeki marjinal verimlilik yöntemiyle de benzeşmektedir. Bu
formülün sembollerle gösterimi, aşağıdaki gibidir:
Uygulamada, kısmi verimlilik ölçümlerinden en çok
kullanılanlar, işgücü ve sermayeye ait ölçümler olmaktadır.
Üretim ve işgücü akım (flow) değişkenleri olmalarına
karşın, sermaye stok değişkenidir. Akım değişkenleri zaman boyutlu olup, dönem
içinde değişmesine karşın, stok değişkenleri belli bir an veya dönemde
sabittir.
Kısmi
verimlilik endeksleri girdilerin verimlilik düzeylerini ve değişimin yönünü
ortaya koymakla birlikte, değişimin nedenleri hakkında bilgi vermezler. Başka
bir deyişle, üretimin çok sayıda etken tarafından etkilenebilmesine karşın,
kısmi verimlilik endeksleri iktisatta çok bilinen ve kullanılan “diğer
koşulların aynı kalması” varsayımı altında yapılır. Kuşkusuz, bu varsayım
gerçekçi değildir: Üretim sürecinde kullanılan girdilerin nicelik ve
nitelikleri değiştiği gibi, girdiler dışında kalan diğer faktörlerin de
–örneğin teknolojik gelişme, yeni organizasyon ve yönetim düzenlemeleri, vb.-
üretim üzerinde etkili olmaktadır. Dahası; zaman içinde üretim sürecindeki
girdiler arasında ikame olasılığı ortaya çıkabilmekte ve bu durumda bir
girdinin verimliliğindeki artış, diğer girdinin kullanım miktarındaki artıştan
kaynaklanabilmektedir. Örneğin; emek sermaye ile ikame edildiğinde, emek
verimliliğindeki olası bir artış sermaye artışından kaynaklanmış olabilir. Bu
durumda, verimlilik artışı girdilerde yapılan gerçek tasarrufu yansıtmaz; çünkü
girdilerden birinden sağlanan tasarruf diğerinin daha fazla kullanımı ile
giderilmiştir. Kısmi verimlilikle ilgili benzer sorunların mikro-verimlilik
(işletme düzeyinde verimlilik) ölçümlerinde de yaşandığını söylemek mümkündür.
Kısmi
verimliliğin bu olumsuz yönüne karşın toplam faktör verimliliği (TFV),
üretim üzerinde etkili olan ve niceliksel hale getirilebilen tüm faktörlerin
içerildiği bir analiz çerçevesi sağlayarak, verimlilik düzeyini ve değişim
yönünü saptar ve ayıca değişimin nedenlerine ilişkin değerlendirme yapılmasına
olanak sağlar.
Q:
üretim, L: işgücü, K: sermaye,
w:
ücret, r. Sermayenin getirisi (kâr)
Ağırlıklandırmada
kullanılan fiyatlar (w ve r), belirli bir baz yıla ait olabileceği gibi, bir
dönemin ortalamaları da olabilir. Analiz edilen dönem içerisinde ağırlıkların
sabit tutulması, faktörlerin üretimdeki nispi paylarının değişmemesi; gelir
dağılımının sabit kalması anlamına gelir. Uzun dönem söz konusu olduğunda bu
varsayım gerçek dışı olup, dönemlerin bölüşüm özellikleri dikkate alınarak
kullanılan ağırlıkların değiştirilmesi gerekir.
Ülkelerin verimliliğini ölçmede en yaygın kullanılan
verimlilik ölçütü, gayri safi yurt içi hasılanın ya da gayri safi milli
hasılanın çıktı toplamında yer aldığı göstergelerdir.
Ekonomi
ve İşletmecilik Terimleri Sözlüğü’nde Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) ve
Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) tanımları aşağıdaki şekilde yer almaktadır:
“GSMH, belli bir yılda ulusal üretim faktörleri tarafından
üretilen nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatları ile toplam değeri, GSYİH ile
yurt dışından sağlanan faktör gelirleri toplamına eşittir. GSYİH, ülke
sınırları içinde yerli veya yabancı üretim faktörleri tarafından üretilen nihai
mal ve hizmetlerin toplam değeri.”
Ulusal
düzeyde gayri safi yurt içi hasılaya, kuramsal olarak tek tek yurt içinde
çalışan işletmelerin katma değerlerini toplayarak ulaşmak mümkündür. Pratikte
böyle bir hesaplama biçimi olmamakla beraber, bu hesaplama şekli, işletmelerin
katma değer çıktısıyla ülkenin toplam çıktısı (gayri safi yurt içi hasıla)
arasındaki ilişkiyi güzel bir şekilde sembolize etmekte ve aşağıdaki şekille
ifade edilmektedir[2]
“GSYİH
değeri, bir ülkedeki tüm sektörlerin toplam çıktısını gösterir ve tüm ülkelerde
benzer yöntemlerle hesaplandığından, tanım ve kapsamından kaynaklanan
farklılıkların en az olduğu “çıktı” ölçütüdür. Bu nedenle en yaygın kullanılan
çıktı ölçütüdür. Tıpkı işletmeler düzeyinde oluşturulan katma değerin
paylaşıldığı gibi, ulusal düzeyde oluşan katma değerin, eşdeyişle GSYİH’nın
paylaşımı da söz konusudur. Üretim sonucunda yaratılan gönenç (GSYİH),
-
pay sahiplerine ve yatırımcılara kâr olarak,
-
işgörenlere iş ve ücretler olarak,
-
tüketicilere kaliteli mal ve hizmetler
olarak,
-
ülkeye vergi ve diğer gelirler olarak
dağıtılır.
Her ülkenin kendi para birimi cinsinden GSYİH’yı
tanımlaması, karşılaştırmaları güçleştirmektedir. Bu nedenle, ulusal para
birimleri, resmi döviz kuruyla ABD Dolarına dönüştürülerek hesaplama yoluna
gidilmektedir. Ancak bu kez de, döviz kurunun, tüm ülkelerde ürünlerin fiyat
düzeyleri arasındaki farklılığı yansıtmaması bir sorun olarak karşımıza
çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler Uluslararası Karşılaştırma Programı (ICP), dönüşüm
faktörü olarak döviz kuru yerine Satın Alma Gücü Paritelerini (SGP)
kullanmaktadır.”
Uluslararası
düzeyde verimlilik karşılaştırmalarında en yaygın kullanılan göstergeler, “kişi
başına GSYİH ve çalışan kişi başına GSYİH’dir (Kaynak listesi için bkz. Deniz
Büyükkılıç, OECD Ülkelerinde Ekonomik Başarım ve Verimlilik Karşılaştırmaları,
s:9). Japon verimlilik merkezi, “çalışan kişi başına GSYİH’yi “ulusal ekonomik
verimlilik (national economic productivity)” ve kişi başına GSYİH’yi ise
“ulusal ekonomik gönenç (national economik welfare)” olarak adlandırmaktadır.
Başka bir anlatımla, ülkelerin ekonomik başarımını açıkladığı yaygın kabul
gören bir değişken olarak GSYİH artışı, nüfus artışı ile ilişkilendirilmeli ve
gerçek artışı belirlemek için bu iki artış arasındaki fark dikkate alınmalıdır.
Nüfus artış hızının GSYİH’dan daha hızlı gerçekleştiği bir ülkede ekonomik
gönencin iyileştirilmesinden söz edilemez.”
Toplam
faktör verimliliği uluslararası karşılaştırma çabaları, sermaye girdisinin
ölçümünde karşı karşıya kalınan büyük belirsizliklerden dolayı, sınırlı
kalmıştır. Sermaye verimliliği oranının kullanılması bu girdilerin ölçülmesinde
görülen fiyatlandırma, sermaye aşınımının saptanması, sermaye stokunun
netleştirilmesi, kapsamı, vb. çok sayıda sorun nedeniyle pek güvenilir sonuçlar
vermediğinden rağbet görmemektedir. Bu durumda en iyi yaklaşım, yalnızca işgücü
verimliliği sonuçlarını vermek ve sermayeyi ise verimlilikteki değişmeleri
irdelemek, açıklamak üzere başvurulan bir dışsal faktör olarak ele almaktır.
Ayrıca, karşılaştırılabilirlik, yorumlama ve güvenilirlik konusunda en az sorun
işgücü verilerinde olduğundan, en yaygın kullanılan ölçüt, işgücü verimliliği
olagelmiştir.
İşgücüne
ilişkin bir başka verimlilik ölçütü, GSYİH değerinin, çalışanlara ödenen
ücretlerin toplamına oranı olan işgören ücret verimliliğidir. Bu oran, bir
ülkenin incelenen sektöründe hesaplanmış ortalama ücretlerin bir para birimi
başına, parasal birimlerle yaratılan gönenci betimleyen GSYİH değerini verir.
İşgören ücret verimliliği, istihdam edilenlerin ücret farklılıklarını dikkate
alarak hesaplanırsa, işgören fiyatları ile rekabet edebilirlik üzerine objektif
bir değerlendirme sağlayabilir.
Etkenlik
karşılaştırması yapılmak istendiğinde, işgücü girdisi olarak adam-yıl yerine
adam-saat kullanmak daha anlamlı olmaktadır. Ancak gerek veri elde etmenin
güçlüğü, gerekse elde edilen verinin gerçeğe yakınlığı ve
karşılaştırılabilirliği konusundaki endişeler, işgücü girdisi olarak çalışan
sayısının alınmasına neden olmaktadır.
Ulusal
emek verimliliğini ölçmenin çok daha yararlı bir yolu da, işsizlik nedeniyle
israf edilen emeği hesaplamaya sokmak için, çıktıyı çalışılabilir saatler
toplamına bölmektir. (ILO)[3]
Bu
karşılaştırmalarda (ulusal ekonomik verimlilik, ulusal ekonomik gönenç, işgören
ücret verimliliği, vb.), farklı ekonomilerin kişi başına veya çalışan kişi
başına katma değerin sadece ne derece farklı olduğu ortaya konur; nedenleri
hakkında ayrı araştırmaların yapılması gerekmektedir. Bu farklılıklar, eğitim
düzeyi, sermaye yoğunluğu, kapasite kullanım oranı, istihdam oranı, enerji
kullanımı, ürünlere olan talep, işgücünün çıktıyı üretirkenki etkenliği, vb.
ölçülebilir faktörlerden ve/veya makro politikalar ve dışa açıklık, yenilik,
kalite, teknolojideki değişimler, sermaye donanımı, altyapı, yönetsel başarım,
çalışma yaşamının kalitesi, vb. ölçülemeyen faktörlerden kaynaklanıyor
olabilir.
Yukarıda
tanımlanan ulusal verimlilik ölçütleri, işletme düzeyindeki ölçütlerde olduğu
gibi, tek başına bir anlam ifade etmez. Bir ülkenin baz alınarak, diğer
ülkelerin onunla karşılaştırmasının yapılması gerekmektedir. Bunun için
kullanılan yöntemlere ve karşılaştırılabilirlik sorununa da yukarıda
değinilmiştir. Bir başka kıyaslama ölçütü, ülkenin zaman içinde gösterdiği
değişimlerin gözlenmesidir. Bu da, ülkenin kendisi için seçeceği bir yılı baz
alarak değişimleri izlemesi anlamına gelir. Hem ülkelerarası karşılaştırmalar
yapılıp, hem de zamana dayalı değişimler izlenmek isteniyorsa o zaman, belli
bir ülkenin, belli bir dönemdeki verimlilik oranı baz alınarak karşılaştırmalar
ona göre yapılmalıdır. Uluslararası karşılaştırmalar yapan kuruluşlar
raporlarında, genelde ABD’yi baz ülke olarak seçerek diğer ülkelerin
verimliliklerini buna göre ölçmektedirler. Verimliliğin yanında “ulusal
gönenç”, “satın alma gücü paritesi”, “ulusal rekabet edebilirlik”, vb. ölçütler
de ulusal ekonomik performansın değerlendirilmesinde dikkate alınmaktadır.
Ulusal
gönencin ve verimliliğin yanında ülkenin sanayileşmişliği konusunda fikir
sahibi olmak için, milli geliri oluşturan her bir sektörün milli gelir içindeki
payının incelenmesi gerekmektedir. Ülkelerin sektör tanımlarını kendi
ihtiyaçlarına göre belirlemesi, bu konuda da karşılaştırma yapmayı
güçleştirmektedir. Ancak en azından, sanayi, madencilik, hizmet, tarım, vb. ana
kollarda karşılaştırma yapılması mümkündür.
K.
Kurosawa, M.R.Ramsay gibi verimlilik konusunda (teoride ve pratikte)
uzmanlaşmış akademisyenlerin hem işletmeler düzeyinde, hem de ulusal düzeyde
verimlilik ölçümüyle ilgili bütünsel yaklaşımları ayrıca incelenmeye değer
görülmektedir.
2.
ULUSAL DÜZEYDE VERİMLİLİĞİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Ulusal
düzeyde verimliliği etkileyen faktörler, ILO tarafından temel makro verimlilik
faktörleri olarak adlandırılmakta ve aşağıdaki gibi sınıflandırılmaktadır:
1-
Yapısal düzenlemeler
a)
Ekonomik değişimler
b)
Demografik ve sosyal değişim
2-
Doğal kaynaklar
a)
İnsan gücü
b)
Arazi
c)
Enerji
d)
Hammaddeler
3-
Hükümet ve altyapı
1)
Yapısal Düzenlemeler: Yapısal
değişimler, ulusal düzeyde verimliliği olduğu kadar, işletme düzeyinde
verimliliği de etkileyen bir faktördür. Bazen de, verimlilikteki değişimler,
yapının değiştirilmesi yönünde bir baskı oluşturur ve yapıyı değiştirir.
Ekonomik ve sosyal gelişmeyi sağlamanın bir yolu da, yapısal düzenlemeleri
etkili ve doğru bir şekilde yapmaktır.
Bu değişimler veri alınarak hükümet politikalarının
geliştirilmesinde, işletme planlamasında, sosyal ve ekonomik altyapının
geliştirilmesinde girdi olarak kullanılır. Böylece, daha gerçekçi planlar
yapmak mümkün olur. En önemli yapısal değişimler, ekonomik, demografik ve sosyal
alanlardaki değişimlerdir.
a)
Ekonomik Değişimler: En önemli ekonomik
değişimler,
-
İstihdam kalıplarında
-
Sermayenin bileşiminde
-
Teknolojide
-
Ölçekte
-
Rekabet edebilme olanakları alanında söz konusudur.
-
İstihdam kalıplarında değişimler: Tarihte, bu
konuda iki tür değişim söz konusudur. İlki, istihdamda tarımdan imalat
sektörüne kaymalar, ikincisi ise imalat endüstrilerinden hizmet endüstrilerine
geçiştir. Birincisi, önemli ölçüde verimlilik artışına neden olmuştur. Gelişmiş
ülkelerde bu geçiş süreci tamamlandığından, bu olgudan verimlilik artışı
beklentisi kalmamıştır. Ancak gelişmekte olan ülkelerde, tarımdan imalat
sektörüne nüfus kaymaları devam etmekte olduğundan bu durum, verimliliklerini
artırmaya devam edecektir. İkincisi, imalat endüstrilerinden hizmet endüstrilerine
geçiştir. Hizmet endüstrisi, toptan ve perakende ticaret, finansman, sigorta,
emlak hizmetleri ile kişisel hizmetler, iş çevresine dönük hizmetler, vb.’ni
kapsar. Japonya’da istihdam ve tüketim harcamalarının yarıdan çoğunu hizmet
harcamaları, ABD’de tarım dışında çalışanların dörtte üçünü hizmet sektöründe
çalışanlar oluşturmaktadır. Hizmet sektöründeki verimlilik artışı, genel
verimlilik artışının gerisinde kaldığından, bu dalganın verimlilik üzerinde
düşürücü etkisi olmuştur. Verimlilik düştüğünden, sermaye ve hammadde
fiyatlarına kıyasla, emek fiyatları düşük tutulmuş, buna bağlı olarak sermaye
ve enerji, teçhizattan emek gücü yatırımına kaydığından, diğer üretim
faktörlerinin verimliliği, emek verimliliğinin sırtından artmıştır.
-
Sermaye bileşimindeki değişimler: Sermayenin
bileşimindeki değişimler, nispi yoğunluğu, yaşı ve türü de verimliliği etkiler.
Tasarruf ve yatırımlardaki artış, sermaye artışı ile sonuçlanır. İşçi başına
ortalamanın üzerinde sermaye girdisi kullanımı, işçi başına çıktıyı her zaman
artırmayabilir. Bazı imalat endüstrileri düşük sermaye yoğunluğuyla yüksek
verimlilik oranları sağlamaktadırlar. Sermaye yoğunluğundaki artışa rağmen
verimlilik düşüyorsa, bu durum, yönetimin yetersizliği sonucu oluşan atıl
kapasiteye işaret eder.
-
Araştırma - geliştirme ve teknolojinin yapısal
etkisi: Yeni yöntemler, teknikler, ürünler ve süreçlerin uygulanması hem
verimliliği etkiler, hem de yapısal değişikliklere neden olur. Montaj
hatlarının, bilgisayarların ve mikroişlemcilerin, modern iletişim araçlarının
kullanımı buna örnek olarak verilebilir. Yabancı sermaye, genellikle, yeni
teknolojilerin ithalinde önemli bir faktördür. Ayrıca teknolojik gelişme,
yerinde uygulanmadığında, düşük istihdam yaratabilen, çevreyi tehdit edebilen
ve yaşam kalitesinde bozulmalara yol açabilen bir sorun kaynağı haline
gelebilir. Bu nedenle, ithal edilecek teknolojinin seçimi, uluslar için dikkat
edilmesi gereken bir konudur. Gelişmekte olan ülkelerde, teknoloji transferinin
yanında, yerli teknolojik yeterliliğin artırılmasına da özel önem
verilmektedir.
-
Ölçek ekonomisi: Üretimin ölçeği, verimlilik ve
endüstriyel yapıyla yakından ilgilidir. Küçük ve orta boy işletmeler,
uzmanlaştıkları ve uzun dönemli üretim yaptıkları takdirde rekabet edebilir
konuma gelebilir, sermaye verimliliklerini ve yaratıcılıklarını artırabilir,
hatta büyük ölçekli sektörlere mühendislik ve teknoloji transferi yaparak makro
verimliliğe ve endüstriyel yapının gelişimine katkıda bulunabilirler. Bu
nedenle Hindistan, Endonezya, Filipinler, Tayland ve Japonya, bilinçli bir
şekilde küçük işletmeleri teşvik etmektedirler.
-
Endüstrinin rekabet gücü: Bu faktör, hem
ekonomiyi, hem de tek tek işletmeleri etkiler. Avrupa Yönetim Forumu,
endüstriyel rekabet gücünü “girişimcilerin dış ya da iç pazardaki rakiplerine
kıyasla, fiyat ve fiyat dışı nitelikleri daha cazip bir paket oluşturan
mallarını tasarımlamak, üretmek ve pazarlayabilmek için, bugünkü ve gelecekteki
yetenek ve fırsatları” olarak tanımlamaktadır. Dünya Rekabet Gücü Yıllığı’nda
ise “rekabet edebilirlik”, bir ülkenin varlıklarını ve süreçlerini,
çekiciliğini ve saldırganlığını, küresellik ve yakınlığını yöneterek ve bu
ilişkileri ekonomik ve sosyal bir modelde birleştirerek, katma değer yaratma ve
böylece ulusal gönenci artırma yeteneği olarak tanımlanmaktadır.
İnsanlık tarihi boyunca üretim sisteminde meydana gelen
değişimler, sanayide yeniden yapılanmalara yol açmış ve bunun sonucunda
ülkeler, dünya iktisadi işbölümü içinde konumlarını bu değişimlere ayak
uydurabilme derecelerine göre belirlemişlerdir. Örneğin: Fordist sistemde,
rekabet gücü fiyat üzerine kurulu, verimlilik artışı ise maliyet düşürmeye
dayalı idi. Bu nedenle, niteliksiz ama ucuz emekten yararlanan sanayileşmekte
olan ülkeler rekabette avantajlı durumda idi. Fakat bu avantajlı durum, uzun
sürmedi. Sonraki yıllarda üründe kalite ve yeniliğin ön plana çıkmasıyla, bu
ülkelerin gerçekleştirdikleri üretim ve ihracat önemli ölçüde azalmıştır.
Üründe kalite artışı ve yeniliğin gerçekleştirilmesi teknik elemandan
yöneticilere kadar tüm çalışanların nitelikli ve eğitimli olmasına bağlıdır. Bu
nedenle, insanların eğitimine zamanında yatırım yapmamış olan gelişmekte olan
ülkeler açısından bu durum, önemli bir altyapı eksikliğidir. İkinci bir altyapı
eksikliği, araştırma – geliştirme, teknoloji üretimi, teknik danışmanlık ve
mikroelektronik ürünlerle yazılım üreten yerleşik kurumların bulunmayışı veya
bulunanların da hizmetlerinin yetersiz kalışıdır. Bu nedenle, sürekli yenilenen
bu teknolojilere yatırım yapmakta önemli sorunlarla karşılaşılmaktadır.
Rekabet gücünün artırılması için, ekonominin
dinamizminin, endüstriyel yararlılığın, pazarın dinamizminin, mali dinamizmin,
insan kaynaklarının, devletin düzenlemelerdeki rolünün, ülke hammadde
kaynaklarının, taşıma ve iletişim altyapısının, dışa yönelme durumunun, ulusal
araştırma ve geliştirme çabalarına verilen desteğin, yenilikçi yaklaşımın,
sosyal-siyasal uzlaşma ve istikrarın, istenen düzeyde ve nitelikte olması için
gerekenlerin yapılması gerekmektedir.
b) Demografik
ve Sosyal Değişim: Emek gücündeki yapısal değişimler, hem demografik, hem
de sosyaldir. Savaştan sonra nüfusun hızla artması, emek gücüne katılan
kadınların sayısındaki artış, gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler
arasındaki işgücü ücretlerindeki farklılıklar, nüfustaki coğrafi kaymalar, vb.
demografik faktörler arasında sayılabilir. Bu faktörler, işçilerin yalnız kendi
ülkesindeki işçilerle değil, yurt dışından gelen işçilerle de rekabet etmesine
yol açmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin ücretlerinin düşüklüğü, ürünlerinin
toplam maliyetlerini rekabet edebilir düzeyde tutmalarına yol açarken, gelişmiş
ülkeler de işgücü piyasasındaki rekabet nedeniyle ucuzlayan işçiliğe yatırım
yapmayı teçhizata tercih etmekte, bu da verimlilik artışını yavaşlatmaktadır.
Emek gücü içinde kadının payının artması, erkeklerin
ortalama gelirlerinin kadınlardan yüksek olması, kadın ve erkek işgücünün sahip
olduğu eğitim, tam veya yarı zamanlı çalışma durumu, iş deneyimi süresi, ömrün
uzaması, kültürel değerler ve davranışlar, vb. verimliliği etkileyen sosyal
faktörler arasında sayılabilir. Sosyal faktörlerin hepsi, özellikle kültürel
değerler ve davranışlar, yeni teknoloji ve ekonomik kalkınmayla değiştiğinden,
incelenerek anlaşılmaları gerekmektedir. Kalkınmaya yönelmiş ülkeler, kalkınma
politikalarını geliştirmek, eğitim ve yayın araçlarından yararlanarak sosyal
değişimi kurumlaştırmak durumundadırlar.
2) Doğal
Kaynaklar: Bir ulusun en önemli doğal kaynakları olan insan, arazi,
enerji ve hammaddelerini üretme, harekete geçirme ve kullanma yeteneği,
verimlilik artışı sağlamada çok önemlidir ve bu nedenle göz ardı edilmemelidir.
a)
İnsangücü: İnsan, ülke kalkınmasında en
önemli doğal kaynaktır. Bu nedenle, insanın becerisini, eğitim-öğretimini,
davranışını, motivasyonunu ve gelişmesini artırıcı yatırımlara özel önem
verilerek yönetim ve işgücünün kalitesi artırılmalıdır. İyi eğitim ve öğretim
görmüş bir nüfusa sahip olan gelişmiş ülkelerde, sağlık ve boş zamanlara
verilen önem, hastalıkların azalması, yaşam süresinin uzaması ve artan
canlılıkla çok büyük tasarruf sağlanmış ve genel emek kalitesi, sağlık
koşullarının iyileştirilmesiyle yükselmiştir.
b) Arazi:
Arazi, uygun yönetim, kalkınma ve ulusal politika gerektirir. En temel malzeme
girdisi olan arazinin, endüstriyel genişleme ve yoğun tarım baskısından
korunması gerekmektedir. İşçi başına veya hektar başına verimliliğin
artırılması konusundaki baskılar toprak erozyonunun hızlanmasına, bunun üzerine
daha az ürün veren toprağın daha çok kimyasal gübre kullanılarak mahsullerinin
maliyetlerinin ve çevre kirliliği riskinin artmasına ve nihayetinde arazinin
ürün veremez duruma gelmesine yol açacaktır. Ülkenin zaten sınırlı olan arazi
kaynağının daha akılcı kullanılması için gerekli tedbirlerin alınması, makro
verimliliğin ve uzun dönemli sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi açısından
gereklidir.
c) Enerji:
Enerji arzı, sermaye/emek bileşimini etkileyerek verimliliği artırıp
azaltabilir. Bu olgu, endüstriyel ve işletme yönetimince bilinmeli, anlaşılmalı
ve dikkate alınmalıdır.
d) Hammaddeler:
Çeşitli madenlerden oluşan hammaddelerin verimliliği, zengin ve kolay elde
edilebilecek durumdaki maden kaynakları tükendikçe çıkarılması daha güç
(dolayısıyla daha yüksek maliyetli) ve daha düşük kalitedeki cevherlerin
kullanılmaya başlanmasıyla düşmeye devam etmektedir.
Malzeme verimliliği düşük olan ürünlerin yenisini
almaktansa, onarım, yeniden kullanma ve geri kazanım yoluna gidilmesi tercih
edilmektedir.
3)
Hükümet ve Altyapı: Verimliliği
etkileyen yapısal değişimlere neden olan hükümet politikaları, strateji ve
programları; devlet dairelerindeki uygulamalar, yönetmelikler (fiyat kontrolü,
gelir ve ücret politikaları gibi), taşıma ve iletişim, enerji, mali önlemler ve
teşvikler (faiz oranları, tarifler ve vergiler) olarak sıralanabilir.
Derleyen: Gülnur Sönmez, 2002
[1] BÜYÜKKILIÇ,Deniz, 1994,
1998, 2000, KÖSE, Ahmet Haşim, 1992 ve PROKOPENKO, Joseph, 1992 ve OECD,1986.
[2] BÜYÜKKILIÇ, Deniz,
“Verimlilik Ölçme ve İzleme Semineri Ders Notları”, Konya, 22-23 Haziran 2000
[3] PROKOPENKO, Joseph, a.g.e.